“Girişimcilik yeni nesil bir trend mi yoksa gerçekten hayatımızda kalıcı olacak bir sektör mü?” sorusu son günlerde üzerine konuşulan popüler konulardan biri diyebiliriz. Aslında Türkiye’de girişimciliğin temelleri 2010 yılında atılmaya başlansa da 2016 yılı itibariyle İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerde açılan ‘Kuluçka Merkezleri’ ve ‘Hızlandırma Programları’ girişimcilik faaliyetlerinin artmasını ve bilinmesini sağladı. Girişimcilik faaliyetleri artsa da girişimcilik kültürünü gerçekten oluşturabildik mi, herkes için kafalardaki en büyük soru işareti olabilir.

Biraz başa sararsak startup ya da Türkçe karşılığı olan girişimcilik denildiğinde çok değil bundan 2 yıl öncesinde çiğ köfte ya da lokma dükkânı gibi franchise sistemle kendi işini kuran kişiler akla geliyordu. Fakat Getir, Trendyol, Dream Games gibi startupların gazetelere ‘Unicorn’ olarak manşet olmasıyla birlikte algılar değişti. Hatta o kadar değişti ki birkaç yıl öncesine kadar çoğu genç girişimcinin ailesi çocuklarının sigorta ve maaşlı bir işe girmesini isterken bugünlerde girişimcilik yolculuğuna daha sıcak bakıyor. Peki bu durumun milyar dolarlık şirket değerlemeleri ve aldıkları yatırımlarla mı ilgisi var yoksa tüm dünyanın ekonomik olarak çıkmaza girmesi ve inovatif teknolojilere yönelmesiyle mi?

Zor bir soru ve bir o kadar da cevabı karmaşık diyebiliriz. Ama şu bir gerçek ki web2 ile hayatımızı değiştiren teknoloji; cep telefonları, yapay zeka ve blockchain teknolojisi gibi kavramlarla birlikte hızla evrim geçirdi. Büyük firmaların ve hatta kamunun bu değişime hızla ayak uydurması zorlaştı. Dijital dönüşüm kavramıyla birlikte büyük firmalar bu durumla tek başlarına mücadele edemeyeceklerini anladılar. Tam da bu noktada çok daha küçük ekiplerden oluşan dinamik, hızlı, pivot yeteneğine sahip girişimler ortaya çıktı. Girişimcilik dediğimiz şey de aslında tam olarak bunlardan ibaret.

Yazının başında girişimcilik kültürünü oluşturabildik mi demiştik. Maalesef ki buna cevabım hayır! Bu cevabı neden verdiğimi birkaç farklı yöntemle anlatmak isterim. Girişimcilerin belki de en çok karılaştıkları soru şu: “Koca koca firmalar, holdingler neden gelip senin ürün/hizmetini kullanıp sana para ödesin ki, kendisi yapar?!” Bu satırları okuyan girişimciler eminim bu soru veya tepki ile en az bir kere karşılaşmıştır. Bu kısımda durup bir üst satırı tekrar okumanızı rica edeceğim. Ne demiştik girişimler dinamik ve hızlı yapılardır. Küçük ekiplerden oluşur ve pivot etme yani müşterinin talebine göre iş planını değiştirme yeteneğine sahiptir. Büyük firmalar ise hantaldır, hantal olmak da zorundadır. Bürokratik süreçler uzun ve yorucudur bu gibi yerlerde. Girişimlerde ise bürokratik süreçler olmadığı gibi bu büyük yapıların sorunlarına kısa sürede, daha az bir bütçe ile çözüm getirirler.

Girişimcilik kültürünü oluşturamamamızdaki diğer bir neden de aslında girişimcilerimizin kendisidir. Burada hem Türkiye’deki eğitimin temelinin çoktan seçmeli sorulara dayandırılmasını hem de gençlerimizin girişimcilikle çok geç yaşta tanışmasını söyleyebiliriz. Bugün artık liseli öğrencilerimiz yenilikçi iş fikri geliştirmek üzerine çalışıyor, yarışmalara katılıyor hatta ebeveynleri üzerinden firma kuran örnekleri bile gösterebiliriz fakat hala sayıları çok az. Startup dediğiniz kültür tüm dünyaya Amerika’dan yayılmış fakat başarılarının sırrını iki kelime ile özetleyebilirim: Sunum becerisi! Evet yanlış duymadınız Amerikan sistemi neredeyse 4 yaşından itibaren çocuğun yaptığı her şeyi kafasında yarattığı hikayesi ile anlatmasını ister. Sürekli fikir geliştirip bunu anlatması istenen çocuklarda küçük yaşlarından itibaren çevrelerindeki problemi fark ederek fikir geliştirir ve geliştirdikleri fikri en sade ve doğru bir şekilde karşı tarafa aktarabilir. Belki de artık bizim de çocuklarımızın önüne bu mu o mu diye çoktan seçmeli seçenekler vermek yerine kendilerini daha rahat ifade edebildikleri bir sisteme geçmemizin zamanı gelmiştir.

Ayrıca girişimcinin fikrine aşık olması, eleştirilere kulak asmadan devam etmesi, en baştan globale açılmak için planlar yapmaması ve daha küçük hayaller kurması da farkında olmadan kendine koyduğu bir engel. Başarılı bir girişimci olmak için birinci altın kural değişime açık olmak. Diğer bir mesele de olabildiğince network elde etmek. Etkinliklere, yarışmalara girmekten çekinmemeli girişimciler. Her bir yarışma, etkinlik sizi yeni bir insanla yani yeni bir bakış açısıyla tanıştıracak. Yeni bakış açısından farklı bir girişim fikri ya da girişiminiz için farklı bir iş modeli çıkarabilirsiniz, unutmayın!

Diğer ve en büyük neden ise kurumların bu alana gerçekten değer vermemeleridir. Girişimcilikle ilgili etkinlikler, yarışmalar yapan firmaların sayısı iki yılda hem maliyetlerin düşmesi hem de bu alanı sosyal sorumluluk projesi gibi görmeleri ile arttı. Girişimcilere destek olmak demek sadece bir yarışmada 10.000 TL ödül vermek ile bitmemeli. Evet bunlarda kesinlikle çok değerli ama yeterli değil. Bu dönüşümü yakalamak için inovasyon departmanı açmak, kurum içi girişimcilik eğitimleri aldırmak da maalesef yeterli değil. Öncelikle bu işi yapmak isteyen firmalar startup kurup batırmış bir girişimciyi, kuluçka merkezi çalışanını ya da startuplara yatırım yapan insanları bulup işe almalı ya da danışman olarak anlaşmalılar. Bu nitelikli, işini bilen insanlardan kurum içinde personel yetiştirmesi istenilmeli.

Kurumlardaki ikinci nokta ise yatırım fonu kurma kısmı. Sadece bir girişimin müşterisi olmak yetmez. Aynı zamanda belirlenen farklı dikeylerde de yatırım yaparak firmalar güçlerini artırabilir, dijital dönüşümü yakalayabilirler. Geç kalmamak ve bu yeni nesil teknolojileri kaçırmamak için bu alanı inşa etmeli, önce kendilerine daha sonra da girişimlere yatırım yapmalılar. Girişimcilik ekosisteminin büyümesi ve bu kültürün oluşması için sistemin, kurumların ve girişimcilerin birlikte olduğu bir döngü yaratmamız gerekiyor. Böylece hem teknolojik olarak hem de ekonomik olarak büyümemiz kaçınılmaz olacak.

Ecem Çuhacı Küçük

DİİCİ- CEO