Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 16’sını oluşturan, 14 milyon kişinin etkilendiği, 11 ilimizi dokuz saat arayla enkaza çeviren yakın tarihimizin en büyük doğal afetinin acısı hala çok taze, çok büyük. Ülkemizin bir bölgesinin depremle anılacağı bir geleceğimiz olacak. Ancak şaşkınlık ve tedirginlik hissinden sıyrılıp yeniden inşa sürecine ilişkin yol haritası ve eylem adımlarının çalışılması gerektiği
bir döneme girdik. Önümüzdeki bu zorlu, büyük, finansal ve psikolojik eşik nasıl aşılacak? Depremin bilançosu iyimser senaryoda 50 milyar, kötümser senaryoda 100 milyar doları aşıyor. Her geçen gün bu tabloyu kötüleştirecek mali yükler derinleşecek.

Peki, kamu-özel sektör iş birliği modeli, deprem sonrası bölgenin yeniden inşasına çözüm olabilir mi?

Öncelikle şu noktanın altını çizelim. Deprem sonrası durum finansal açıdan yönetilebilir görünüyor ancak makro politikalarda önemli radikal hamleler gerekiyor. Afet risklerinin tespiti, yönetimi, olası risklere hazırlıklı olma ve yeniden inşa süreçlerinin yönetimi birçok ülkede farklı modellerle yürütülüyor. Bu alanda ABD, Kanada, Endonezya ve tabi ki Japonya, yapılan çalışmalarla başı çekiyor. Japonya’nın depremle ilişkisi malum. Yıllara dayanan acı tecrübeler sonunda 2015 yılında Sendai depreminin ardından Sendai Çerçevesi hazırlandı ve aynı yıl BM Genel Kurulu’nda 187 ülkenin katılımı ile kabul edildi. Japonya bu alanda çok önemli bir örnek. Dayanıklılık için “risk azaltmaya yatırım ve yeniden daha iyi inşa et” yaklaşımları öne çıkıyor. Bununla beraber dirençli binalar kadar “kalıcı farkındalığa” erişmiş dirençli bir toplum oluşturmak da çok önemli. Depremin hazırlık ve farkındalık kısmını işin uzmanları tüm detaylarıyla tartışıyor.
Şimdi deprem sonrası yeniden inşa konusunda hangi adımın nasıl atılacağına odaklanalım.

Depremden yeniden inşa ile çıkmak için en çok ihtiyaç duyulan toplumsal dayanışma ve finansal kaynakları bir araya getirecek etkin bir iş birliğini kurmaktır. Deprem sonrası en büyük ihtiyaç ise barınma ve yeme içmeden oluşan temel fizyolojik ihtiyaçlar ile aile, beden, iş ve korunmadan oluşan güvenlik ihtiyacıdır. Bu hizmetler için gerek yerel ve uluslararası kurumlar gerekse halkın tamamı tarafından izlenebilir bir model geliştirilmelidir. Kamunun kaynakları ve depreme özel olarak toplanan yardım kaynakları ile bu hizmetler yapabileceği gibi etkin bir yönetişim, paydaş koordinasyonu, özel sektörle iş birliği gibi farklı alternatiflerin de değerlendirilmesi düşünülmelidir.

Örneğin; yaşanan felaket sonrası yeniden toparlanma konusunda ‘Kamu-Özel Sektör İş Birliği (KÖİ) Modeli’ önemli, yenilikçi ve hızlı çözümler sunma potansiyeli barındırmaktadır. Finans, yönetim, kabiliyet ve insan gücü kaynaklarının birleştirilmesi son derece önemlidir. Özel sektörün yardım gücü kadar, toparlanmak için gerekli yatırım ve yönetim becerilerine de özel sektörü katmak, atılacak adımların süresinin, yapısının ve izlenebilirliğinin kalitesini artıracaktır. Tipik bir yönetişim tabanlı iş birliği modeli geliştirilmelidir. Böylece, daha etkin bir afet riskinin azaltılması stratejisi (ARAS) geliştirmek mümkündür. KÖİ modelini baz alan, ARAS kamu ve özel sektörün tüm yetkinliklerini bir araya getirebilecekleri bir kurguya dayanır.

Özel sektör bu kurguda, yatırım getirmeye razı olduğu iş kalemlerine finans yaratırken, kamu standartları belirler, imkanları dahilinde yapılanma için özel sektörü teşvik eder, ana planı ortaya koyar, izler, denetler ve kamuoyunu bilgilendirir. Bu hizmetleri üstlenilirken görevlerin paylaşılması gibi risklerin ve çıktıların ortak şekilde paylaşılması esas alınır. Bu sayede, tüm paydaşları kapsayacak bir ortaklığın kurulması ile kamu ve özel kuruluşlar arasında bilgi, deneyim ve temel yetkinliklerin paylaşılması sağlanır. Gelecek adımlarını net olarak ortaya koyan bu vizyon yurt dışından ciddi anlamda yatırım çekme potansiyeli barındırır.

11 ilimiz başta olmak üzere, yaşanan deprem sonrası ortaya çıkan bu tabloyu, çok paydaşlı iş birliği ile yeni bir toparlanmaya çevirebiliriz. Özel sektörü, sivil toplumu, yerel inisiyatifleri ve bölge halkını düzenli bir organizasyonla yeniden yapılanmaya dahil etmek, bölgesel kalkınma sürecini hızlandıracaktır. Depremde hasar gören şehirleri, Türkiye’nin en güvenli, sürdürülebilir, yeşil, akıllı, yaşanabilir ve gıpta edilecek kentler haline getirmek mümkün.