Avrupa Yeşil Mutabakatı, Sübvansiyonlar, DTÖ ve Küresel Ticaret Sistemi Üzerindeki Etkileri
AB sübvansiyonları gelişmekte olan ve en az gelişmiş ülkelerin kalkınma süreçlerini olumsuz etkileyen dışsal faktörler arasında yer alıyor
Avrupa Bölgesel Kapsamlı Ekonomik İşbirliği (RCEP), ABD-Kanada- Meksika (USMCA) bölgesel eklemlenme hareketlerinden sonra dünyanın GSYİH açısından en büyük üçüncü entegrasyon hareketidir. Yumuşak gücü Bosna Krizi ile Filistin Savaşı arasında dibe vurmuş olsa da Avrupa Birliği dünya ekonomisinin en başat güçlerinden biri olmaya devam etmektedir. Ayrıca AB, DTÖ’nün en etkili aktörlerinden olup dünya ekonomisinin müzakere, dış yardım, yabancı sermaye, teknoloji transferi vb. alanlarında küresel ölçekte ya lider konumunda bulunmakta ya da liderler arasında yer almaktadır. Dolayısıyla AB, uluslararası önlemleri sadece ekonomik politika uygulamaları bağlamında değerlendirilmemesi gereken, küresel diplomaside güçlü yankı bulan çok boyutlu jeopolitik ve jeoekonomik yansımaları olan politika seçenekleridir.
Avrupa Yeşil Mutabakatı da bu cesamette, çok önemli bir küresel politika önlemi olarak değerlendirilmelidir. Alfred Kammer 11 Mayıs 2023 tarihinde IMF Blog sitesinde yer alan: ‘’Europe, and the World, Should Use Green Subsidies Cooperatively: A coordinated approach, including toward subsidies, is needed to tackle climate change successfully’’ yazısında: Dünya genelindeki hükümetler, yeşil geçişi desteklemek için sübvansiyon programlarına başvuruyorlar. Yeşil sübvansiyonlar, piyasa başarısızlıklarının pazar hataları olduğu faydalı sonuç doğurabilirler. Karbon emisyonları topluma yükledikleri gerçek maliyetlere kıyasla olduğundan düşük fiyatlandırılmışsa veya tercih edilen politika çözümleri henüz uygulanmamışsa, sağlanan sübvansiyonlar, işletmeleri ve tüketicileri daha az kirlilik yaratan temiz teknolojilere yönlendirebilir aynı zamanda bu teknolojilerin maliyetlerini de düşürebilir. Ancak sağlanan bahse konu sübvansiyonlar, piyasa başarısızlıklarını düzeltmek için dikkatlice yönlendirilmeli firmalar arasında ayrım yapmamalıdır. Ayrıca, DTÖ kurallarıyla uyumlu olmalıdır.” demektedir.
Bir IMF yetkilisi sahip olduğu IMF uzmanı farkındalığıyla aslında burada, biraz da utangaç bir lisanla AB’nin uygulayacağı sübvansiyon programlarının potansiyel zararlarına dair kibarca uyarı yapmaktadır. Yazar bir miktar endişeli çünkü bir IMF Finans ve uluslararası parasal konular uzmanı olarak AB’nin ‘Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’nın aslında ikincil ve marjinal bir konu olduğunu asıl meselenin DTÖ ve Küresel Ticaret Sistemi’nin ilkelerine aykırı olarak Brüksel tarafından sağlanacak sübvansiyon programlarının temel mesele teşkil ettiğini çok iyi sezinliyor. AB tarafından halihazırda uygulanmakta olan küresel devasa sübvansiyon programları DTÖ ve diğer platformlarda gelişmekte olan ülkelerin en büyük şikayet kaynaklarındandır.
AB sübvansiyonları gelişmekte olan ve en az gelişmiş ülkelerin özellikle tarım sektörü olmak üzere kalkınma süreçlerini olumsuz etkileyen dışsal faktörler arasında yer alıyor. DTÖ Tarım Anlaşması (Agreement on Agriculture) ve DTÖ Sübvansiyonlar koduyla çerçevelenmeye çalışılan sübvansiyon programları konusunda AB özellikle gelişmekte olan ülkelerin tarım sektörleri üzerinde ciddi baskı oluşturuyor. AB Yeşil Mutabakatı kapsamındaki destek programları ise tarıma, sanayi ve tüm diğer sektörleri de ekleyerek uzun vadeli devasa bir programa dönüşmüş durumda.
Bahse konu AYM sübvansiyon programların uluslararası ticarette adil rekabet ortamını zayıflatmaması, Türkiye dahil GYÜ’lerin özellikle ihracatta rekabet gücünü menfi etkilememesi mümkün değil. Özetle AYM programı AB’nin başta Akdeniz ve Kuzey Afrika ve Türkiye olmak üzere sektörler üzerinde ciddi bir rekabet baskısı yaratacak gibi görünüyor. Buna ilaveten yeşil geçiş kapsamında enerji ithalatını artırmaya yönelik yaklaşımlar çerçevesinde Rusya, Çin ve genel olarak BRICS ülkeleri hatta ABD ve müttefikleri ile de coğrafi ve ekonomik parçalanmaya katkıda bulunabilecek özellikler taşıyor.
Yükleyeceği büyük mali maliyetler kapsamında nihai tahlilde AB makroekonomisinde toplam faktör verimliliklerinde uzun vadede düşüşlere de yol açma potansiyeli taşıyor. AB, ABD ve diğer zengin ülkeler, çok büyük mali güçlere sahip olmaları hasebiyle yeşil sübvansiyon/teşvik yarışında kısa vadede büyük olasılıkla kazananlar olarak ortaya çıkacaklar. Daha az mali kaynağa sahip gelişmekte olan ekonomiler daha korumacı bir dünyada özellikle sanayi sektörü yatırımlarında AB sübvansiyon, kredi ve hibe destekleri sebebiyle gelişmiş ekonomilerle rekabet etmekte zorlanacaklar. Ancak dünya ekonomisinde pastanın daralması sebebiyle 1930’lardaki dünya ekonomik krizine sebebiyet veren Smooth-Hawley gümrük tarifeleri ve sonrasındaki Wall Street krizinin yarattığı İkinci Dünya Savaşı ve ekonomik yıkım gibi aynı ölçü ve şiddette olmasa da AYM sübvansiyonlarından da muhtemelen herkes zarar görecektir.
Avrupa Yeşil Mutabakatı (AYM) stratejisi üye ekonomilerini bir yandan da 1929 Büyük Buhran ve 1944 Bretton Woods Sistemi’nden sonraki en büyük ekonomik sistem dönüşümüne hazırlamaktadır. AYM 2050 iklim hedefleri ve sürdürülebilirlik prensipleri ekseninde açıklanmış olsa da AYM stratejisinin, dünya ekonomisinde 2009 küresel finans krizi ekseninde yaşanan tektonik güç kaymaları sonrasında derinleşen, ABD-Asya ve ABD-Avrupa, Atlantik Ekonomileri-BRICS rekabetçi gerilimlerine bir tepki olarak, AB’nin rekabet gücünü perçinlemek amacıyla topyekûn bir dönüşüm stratejisine evrileceğine dair işaretler bulunmaktadır. AB’nin AYM ile sadece karbon fiyatlaması ve sınırda vergilendirme eksenli bir çevre hatta uluslararası ticaret stratejisi hedeflemediği, sağladığı ve sağlayacağı yeni destekler ve uygulayacak çok boyutlu sektörel politikalarla ticari ve ekonomik sistemde topyekûn bir dönüşüme hazırlandığı görülmektedir.
AYM’nin SKDM ayağıyla esasen kaçakları azaltmak amacıyla dar bir politika seçeneği olarak karbonun etkin biçimde fiyatlandırılmasına odaklanıldığı görülmektedir. Bununla birlikte planlanan kamu harcamalarının cesameti, ticari ve ekonomik sistemde öngörülen değişikliklerin kapsamının büyüklüğü dikkate alındığında, Türkiye’nin en büyük ihraç pazarı olan AB’nin bahse konu stratejisinin yaratacağı potansiyel fırsat yanında tehditlerinde göz ardı edilemeyecek kadar büyük olduğu görülmektedir.
Brüksel’in AYM ile sektörlerine sağlayacağı devasa sübvansiyon ve destek programları yanında; ithalat, yeni vergiler ve tarife dışı engeller ile ihracatta vergi iadesi uygulamalarını çok yoğun ve sistematik olarak hayata geçireceği anlaşılmaktadır. Trilyonlarca euro ile ifade edilen ABD Roosevelt politikaları kapsamında uygulan Keynezyen AB harcamalarının yaratacağı rekabet dezavantajları yanında, AB’nin muhtemel SKD düzenlemesi, Türk karbon ayak izi yüksek sektörlerinin AB ve küresel pazarlara ihracatı için önemli risk ve belirsizlikleri de beraberinde getirmektedir. Türkiye’nin meseleyi hem ihracatta pazara giriş politikaları çerçevesinden ofansif olarak hem de rekabet dışsallıklarını defansif perspektifte ithalat açısından ciddiyetle takip etmesi gerekmektedir.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, “Sınırda Karbon Vergisi uygulamasının DTÖ kurallarına tam olarak uygun olması, bir dizi seçilmiş sektörle başlaması ve kademeli olarak genişletilmesi gerektiğini” öne sürmüştü (von der Leyen, 2019). Ancak her üyenin veto yetkisine sahip olduğu DTÖ’de birçok ülke SKD’nin AB tarafından DTÖ kurallarına nasıl uygun hale getirileceğini sorgulamakta, Komisyon yetkililerine itirazlarını dile getirmektedir. Mesele, yaratacağı rekabet dengesizliklerinin uluslararası ticaret yoluyla izalesine evrilme potansiyeli taşıdığından, konu salt bir sürdürülebilirlik sorunu olmaktan çıkmakta, çevre-rekabet eksenine oturmakta, DTÖ platformunda da tartışmalı hale gelmekte, siyasi ve hukuki çatışma ve anlaşmazlıklar yaratma potansiyelini bünyesinde taşımaktadır.
Özetle AB Yeşil Mutabakatı kapsamındaki politikaları, Türkiye ekonomisi ve ticareti üzerindeki olası menfi etkileri sebebiyle, üzerinde daha sıkı düşünüp, meselenin DTÖ dahil tüm uluslararası platformlarda milli menfaatler ekseninde ele alınarak dinamik bir şekilde izlenmesi, değerlendirilmesi ve diplomasiye yansıtılması gereken önemli bir konu olmaya devam etmektedir.