Latin Amerika coğrafyası, son 200 yıldan bu yana dünya edebiyatına renk katmaya devam ediyor

BU HİKÂYE NE ZAMAN BAŞLADI VE DAHA NE KADAR DEVAM EDECEK?

Hayatı, iki kavram üzerinden anlatmaya çalışıyorum. İlki sahip olduklarımız, diğeri sahip olamadıklarımız. Sonra doğumdan ölüme, her nefes alışımızda, bu ikisi arasında geçen günlerimizi düşünüyorum. Sahip olduklarımız günlük hayatımızı ve maddi varlığımızı, sahip olamadıklarımız ise planlamalarımızı ve değerlerimizi oluşturuyor.

Peki, her nefes alışımızda içimize çektiğimiz, her anımızda aklımızdan hiç çıkmayan ve hiçbir zaman sahip olamayacağımızı düşündüğümüz şeyler hayatımızda neyi oluşturuyor? Bir gün, belki bir gün diye geçen zaman ve yüzyıllık bir yalnızlık gibi büyüyen isteklerimiz; hayallerimiz mi?

İşte bu hikâye tam bu anda başladı ve son nefesimize kadar devam edecek: Büyülü Gerçeklik…

Elbette farkındayım, böyle bir yazının bir ticari diplomasi dergisinde ne işi olduğunu düşünüyorsunuz.

Cevabım ise çok açık, bu yazı büyülü gerçekliğin aynadaki yansıması gibi sahip olmak istediklerimizin kelimelerle ifade ediliş biçimidir. Çünkü ben, hayatın her alanında bir etkileşim olduğuna inanıyorum. İhracat, ithalat, uluslararası ticaret ve yatırım gibi kavramların da tıpkı edebiyat, sanat, spor ya da akademi gibi ülkeler arasındaki etkileşimi artıran bir sivil diplomasi unsurları olduğunu savunuyorum. Bu sebeple iç içe geçmiş bir ilişki yumağı içinde bir konuyu tüm detaylarıyla ele almak gerekiyor.

Latin Amerika coğrafyası, son 200 yıl içinde diğer birçok alanın yanı sıra dünya edebiyatına da renk kattı ve hâlâ çok başarılı bir şekilde katmaya devam ediyor. Bunu Nobel Edebiyat Ödülleri üzerinden rahatlıkla test edebiliriz. Fakat benim açımdan daha ilginç bir konu var. Latin Amerika edebiyatının konularını, işleyiş biçimlerini ve hâkim olduğu kitleleri göz önüne aldığımda çok derin bir etkiye sahip olduğu gördüm. Özellikle yazarların konularını seçerken ülkelerinin geçmişinden, kültürel birikimlerinden ve modern dünyaya karşı korumaya çalıştıkları örf ve âdetlerinden fazlasıyla yararlandığını gördüm. Fakat hepsi de bakış açılarını farklı şekillerde ortaya çıkararak dünyanın dört bir yanında değişik kitlelere hitap edebilme becerisine sa- hipler. Bazılarında Fransız varoluşçuluğu, bazılarında Rus betimleyiciliği, İspanyol anlatılıcığı veya Alman gerçekçiliğini görebiliriz. Fakat hepsinin özünde insani duygular ön plana çıkar ve satırları okuyan her okurun üzerinde gizemli bir etki bırakır. Sonra kulaktan kulağa bir etkileşim gerçekleşir. Ayrıca, bu yazarların dünya edebiyatına kazandırdıkları en önemli olgu; ülkelerinin gerçeklerini ve şartlarını ayrıntılı bir şekilde dile getirirken okurların kalplerinde acıyı ve sevgiyi tüm çıplaklığı ile yansıtabilmeleridir.

Şimdi gelin birlikte sıra dışı ve mantık ötesi olayların yer aldığı, zamanın rasyonel bir düzlemde ilerlemediği, mekânların bir isimlerinin olduğu ama yerlerinin belirsiz olduğu, olayların basit anlatıldığı ama özünde bir karmaşanın yer aldığı, tamamen öznel ve bir o kadar da gizemli metinlerde hayatımızı anlatmaya çalıştığımız iki kavramı bulmaya çalışalım. Bir tarafta sahip olduklarımız, diğer tarafta hayallerimiz…