COVID-19 krizi, küresel tedarik zincirlerinde ve sektörel yapılarda önemli bir dönüşüme neden olabilir

COVID-19 salgını tüm dünyayı gafil avladı. Bireysel, kamusal ve kurumsal yarı-karantina önlemleri nedeniyle reel ekonominin hem arz hem de talep kanadı muazzam ölçüde hırpalandı. Uluslararası dolaşım, ciddi şekilde geriledi. Küresel tedarik zincirlerinde kırılmalar yaşandı. Talepte yaşanan çöküş nedeniyle petrol fiyatları inanılması zor düzeylere geriledi. Borsalarda çok kısa sürede ciddi düşüşler gerçekleşti. Bu süreçte yatırımcıların risk iştahı da neredeyse sıfır mesabesine geriledi ve gelişmekte olan ülkelerden 100 milyar dolardan fazla sermaye çıkışı oldu.

İstihdam boyutunda ise küresel ekonomi, 1930’lardaki Büyük Buhran’dan daha şiddetli bir işsizlik tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Küresel ölçekte hükûmetler hem reel ekonomilerin çökmesini engellemek hem de işsizliğin tahayyül dahi edilemeyecek noktalara erişmesini önlemek amacıyla millî gelirin yüzde birkaçı büyüklüğünde olan devasa kurtarma paketlerini açıkladı. Vergi gelirlerinin ciddi şekilde gerileyeceği bu süreçte kamu harcamalarında da muazzam artışların olması, bütçe açıklarının küresel ölçekte yine daha önce görülmemiş düzeylere çıkabileceğini gösterdi.

Görüldüğü üzere dünya bugün modern tarihte görülmemiş şiddette ve boyutta bir krizle karşı karşıya. Salgın ve ona karşı alınan önlemlerin ne kadar süreceği ile ne şiddette/düzeyde olacağını tam olarak bilemiyoruz. Ancak kendimizi bir-iki yıllık sıcak döneme ve daha sonraki iki-üç yıllık artçı döneme hazırlamamız gerekebilir.

Peki, koronavirüs krizi uzun vadede dünya ekonomisinde neleri değiştirebilir? Öncelikli olarak bu kriz, küresel tedarik zincirlerinde ve sektörel yapılarda önemli bir dönüşüme neden olabilir. Küresel tedarik zincirleri, modern dünyada her zaman ciddi bir paya sahip oldu. 1990’lardan 2008’e kadar yaşanan genişlemeyle birlikte de küresel tedarik zincirlerinin dünya ticaretindeki payı, yüzde 40’tan yüzde 50 düzeyine çıktı. 1990’ların ikinci yarısında başlayıp bugüne kadar devam eden muazzam satın alma ve birleşme (M&A) dalgası da bu dönüşümü besleyen önemli bir faktördü. 1995’ten bu yana küresel ölçekte şirketler arası satın alma ve birleşmelerin toplam değeri, hiçbir yılda 1 trilyon doların altına düşmedi ve tipik olarak yılda 2 trilyon dolardan fazla oldu.

Bütün bu yaşananlar ise küresel bazda şirketlerin ölçek ekonomisinden ve ucuz iş gücünden daha çok istifade etme güdüleri nedeniyle gerçekleşti. Böylesine bir dünyada -istenilen kalitenin sağlanması koşuluyla- en ucuz iş gücüne sahip bölgedeki en uygun tedarikçi şirket ile çalışmamak hiç de rasyonel değildi.

Koronavirüs krizi, işte bu rasyonellik anlayışını hatırı sayılır oranda değiştirebilir. Evet, hangi coğrafyada olursa olsun ilgili ara mal için en uygun ve en kârlı tek bir tedarikçi ile çalışmak çok mantıklıdır. Fakat bu durum, aynı zamanda tüm yumurtaların aynı sağlam sepete konulması demektir. Bu strateji normal zamanlarda son derece rasyonelken uç durumların yaşandığı durumlarda bir anda tüm rasyonelliğini yitirebilir. İşte bugün öyle bir süreçten geçiyoruz. Firmaların rasyonellik anlayışında -bölgesel ve küresel ölçekte- muhtemelen sessiz bir dönüşüm yaşanıyor. Bu nedenle uzun vadede küreselleşmenin hatırı sayılır oranda gerilediğini ve bölgeselleşmenin güç kazandığını görebiliriz. Yeni rasyonellik anlayışı çerçevesinde gelişmiş ülkelerdeki çok uluslu şirketler, üretimlerinin önemli bir kısmını yakın coğrafyaya ve hatta kendi ülkelerine taşıyabilir. İlk yol Türkiye için önemli bir fırsat niteliğindeyken ikinci yol, dünyada robotlaşmanın/otomasyonun ivme kazanmasına sebep olabilir.

İkinci olarak bu salgın, sağlık ve gıda sektörlerinin insanoğlunun hayatını idame ettirebilmesi bakımından ne kadar kritik olduğunu net bir şekilde gösterdi. Uzun vadede söz konusu durum, küresel ölçekte bu alanlara dönük hem kamu hem de özel sektör ilgisinde ciddi bir artış yaşanabileceği anlamına geliyor.

Üçüncü olarak bu süreçte beyaz yakalılar arasında evden çalışma düzeyinin ciddi boyutlara ulaşması ve işlerin bu şekilde de yürütülebildiğinin farkına varılması, salgın sonrası süreçte esnek çalışma uygulamalarının belirli bir yaygınlığa kavuşmasına neden olabilir. Yine bu durum, toplantıların ve mülakatların önemli bir kısmının internet üzerinden gerçekleştirildiği bir düzleme geçilmesine sebebiyet verebilir. Böylece çalışanların iş için dolaşımında önemli oranda gerileme yaşanabilir.

Dördüncü olarak insanların birbirleriyle yakın temas içinde olduğu işletmelerin (kafe, restoran ve sinema gibi) gerçek anlamda canlanması ihtiyati ve psikolojik gerekçelerle yıllar sürebilir. Dahası bu süreç, birçok insanın alışkanlıklarında kalıcı değişiklikler yaşanmasına neden olabilir.

Böylece bu sektörlerde, kalıcı bir talep kaybı ortaya çıkabilir. Bu da reel ekonomide ve istihdam piyasasında sektörel kompozisyonun hatırı sayılır düzeyde değişmesine neden olabilir. Yine COVID-19 süreci, küresel ölçekte otomasyonda yaşanan artışı hızlandırabilir.

Beşinci olarak küresel ölçekteki turist dolaşımı, -ihtiyati ve psikolojik nedenlerle- yıllar boyunca eski düzeyinin altında kalabilir. Ayrıca bu süreç, alışkanlıklarda kalıcı bir değişim gerçekleştirerek turizm sektörüne dönük toplam talebin gerilemesine ve/veya bölgesel turizmin küresel turizm aleyhine genişlemesine neden olabilir. Bu durumun da özellikle Doğu ve Güney Asya için geçerli olabileceği söylenebilir.

Doç. Dr. Mevlüt Tatlıyer