Depreme dayanıklı bina yapımında yerleşim bölgesinin seçimi, bina temel sistemi, güncel yönetmeliklere uygun malzeme kullanımı ve tasarım hayati önem taşımaktadır.

Taş kürenin (litosfer) en dışında yer alan yaklaşık 70 km kalınlığındaki yer kabuğu, kırılgan (fay) bir yapıya sahiptir. Türkiye, yer kabuğu kırılmalarının en sık yaşandığı Alp-Himalaya Deprem Kuşağı üzerinde bulunduğundan, doğal deprem aktiviteleri ile yaşamak ve mücadele etmek zorundadır. 1980’den günümüze, ülkemizde ve yakın çevresinde Mw=6 ve üzeri büyüklükte 55, Mw=7 ve üzeri büyüklükte ise dört adet deprem meydana gelmiştir.

Bina Kalitesi Ve Zemin Özellikleri, En Önemli Etkenlerden

18 bin 373 kişinin hayatını kaybettiği (48 bin 901 yaralı ve 5 bin 840 kişi kayıp) 1999 Marmara Depremi ile yakında yaşadığımız İzmir’de 116 kişinin hayatını kaybetmesine neden olan Sisam Depremi bir kez daha göstermiştir ki; depreme dayanıklı bina yapımında yerleşim bölgesinin seçimi, bina temel sistemi, güncel yönetmeliklere uygun malzeme kullanımı ve tasarım hayati önem taşımaktadır. Depremin odağından kilometrelerce uzaklıkta bulunan yerleşim bölgelerinde yerel zemin özelliklerine ve bina kalitesine bağlı şekilde çok ciddi yapısal hasarlar oluşabilmekte buna bağlı olarak da büyük can kayıpları yaşanabilmektedir. 1999 Marmara Depreminde 976 kişinin hayatını kaybettiği İstanbul’un Avcılar ilçesi ile 30 Ekim 2020 Sisam Depreminde İzmir’in Bayraklı ilçesinde oluşan hasarlar ve can kayıpları bunun en somut örnekleridir.

Yapısal Hasarları Ve Can Kayıplarını Arttıran Sebepler

Ülkemizde yaşanan depremlerde gözlenen yapısal hasar ve can kayıplarını artıran üç köklü sebep bulunmaktadır.

  1. Jeolojik-jeoteknik bilgi birikimine gereken önem verilmeden, yanlış yerleşim alanları seçilerek aktif fay hatlarının hemen üzerinde veya çok yakınında yoğun yapılaşma gerçekleşmesi ve nüfusun büyük bölümünün bu bölgelerde yaşaması. (Tarihî yerleşim bölgelerinde bu durumun değiştirilmesi zor olmakla birlikte, bina yenilemelerinde ve yeni yerleşim yerlerinin belirlenmesinde bölgedeki aktif fayların dikkate alınması gerekmektedir.)
  2. Yumuşak-gevşek kil, kum ile çakıl depolarından ve alüvyon zeminden oluşmuş bölgeler üzerinde gerçekleşen yapılaşma. (Adapazarı’nda deprem sırasında oluşan “zemin sıvılaşması” neticesinde binaların oturması ve dönmesi, kıyı bölgelerinde denize doğru yanal yayılma oluşarak binaların su altında kalması ve Bayraklı’da genç gevşek çökeller üzerindeki yoğun yapılaşma bu bölgelerde yaşanan depremlerin şiddetlerini artırmıştır.)
  3. Yapı stoku içerisinde yeterli ve hiç mühendislik hizmeti almamış standart altı betonarme ve yığma binaların oranının fazlalığı. (Büyükşehirlere hızlı göç ve sonrasında yüksek nüfus artışı nedeniyle sayıları hızla artan deprem güvenliği belirsiz ve yetersiz bu binalarda; inşaat yapım tekniği-kalitesi ile uygun olmayan yapı malzemesi kullanımı gibi sorunlar bulunmaktadır.

Yıl Yıl Deprem Yönetmelikleri

1939’da Erzincan’da yaşanan ve 33 bin can kaybına neden olan 7.8 büyüklüğündeki deprem, Türkiye’deki deprem yönetmeliklerinin oluşumunun da başlangıç tarihidir. 1940, 1942, 1944, 1949, 1953, 1958, 1961, 1968, 1975, 1998, 2007, 2018 yıllarında deprem yönetmelikleri yayımlanmış veya revize edilmiştir. 1945 tarihli ilk “Deprem Bölgeleri Haritasında” Bölge-1 ve Bölge-2 olarak iki deprem bölgesi tanımlanırken, diğer alanlar deprem bakımından güvenli sayılmıştır. Bu yönetmeliğe göre deprem hesabında kullanılan taban kesme kuvveti; bina sismik ağırlığının en fazla yüzde 4’ü yapısal performans tanımlamaları yapılmıştır. Süneklik düzeyine bağlı olarak deprem yükü azaltma sayıları ve sünek tasarıma yönelik detaylar tanımlanmıştır. 2007’de elastik ve inelastik performansa dayalı analiz yöntemleri ile mevcut yapısal deprem güvenliğinin belirlenmesi, geleneksel ve yeni malzemeler ile yapısal güçlendirme yöntemleri yönetmeliğe girmiştir. Farklı tür binalar için farklı tasarım depremleri ve performans hedefleri tanımlanmıştır.

2018 deprem yönetmeliği ile deprem bölgesi tanımından vazgeçilerek, olasılık esaslı hasar haritalarının kullanımı başlamıştır. Bu haritalar ile faya yakınlık, doğrultu etkisi, yerel zemin özellikleri gibi konular tasarımda kullanılacak elastik tasarım ivme spektrumunun tanımlanmasında kullanılmaya başlamıştır. Ülkemizde 1940’tan bu yana zamanının bilgi ve teknolojik düzeyine uygun olarak oluşturulan deprem yönetmelikleri, dünyadaki gelişmelerle uyumlu olarak sürekli gelişmiş ve güncel kalmıştır. Kuvvetli (Mw=6 ve üzeri) ve büyük (Mw=7 ve üzeri) depremlerden sonra yaşanan yapısal hasarlar ve buna bağlı can kayıpları deprem yönetmeliklerinin uygulamada etkin olarak kullanılmaması olarak görülmektedir. Tasarım ve üretim aşamalarında yeterli ve hiç mühendislik hizmeti almadan denetimsiz inşa edilmiş binaların (kaçak, ruhsatsız ve projesine uyulmadan inşa edilmiş) sayısı oldukça fazladır. 1968 ve 1975 deprem yönetmeliklerinde “sünek tasarım felsefesi” gereği betonarme binalarda kolon ve kiriş uç bölgelerinde sıklaştırılarak kullanılması gereken enine donatıların 1992 Erzincan, 1999 Marmara, 2020 İzmir deprem bölgelerinde yıkılan pek çok binada olması gerektiği gibi kullanılmadığının tespiti, deprem yönetmeliklerinin uygulamada etkin olamadıklarının bir örneğidir.

Bilimsel Yönetmeliklere Önem Verilmeli

Türkiye’de yürürlükte olan yasalar/yönetmelikler, bilimsel ve günceldir. Ancak toplumun önemli bir bölümünde bu konulara gereken önem verilmemektedir. İmalat aşamasındaki denetim mekanizmasının da etkin olmayışı nedeniyle, sahadaki üretim ile tasarım arasında önemli farklılıklar çıkabilmektedir. Bina tasarım/üretim faaliyetlerini; yerel zemin koşullarını ve özelliklerini de dikkate alarak güncel yönetmeliklere uygun olarak gerçekleştirmek, bundan sonraki depremlerde yaşanabilecek can ve mal kayıplarını çok önemli ölçüde azaltacaktır.

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Afet Yönetimi Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ercan Yüksel