Haziran 2019’da başlayan protestoların düşük yoğunlukla da olsa sürdüğü Hong Kong, en ağır siyasal ve ekonomik krizlerinden birini yaşıyor

Son günlerde Çin devlet medyası yayınlarının ilgi odağı ve Çinli liderlerin övgü dolu sözlerinin muhatabı, 672 bin nüfuslu, 32 kilometrekarelik bir şehir: Makao.

1557’de ilk Portekiz gemilerinin ulaştığı ve 1887’de kolonileştirilen Makao, 20 Aralık 1999’da Çin Halk Cumhuriyeti’ne devredildi. 1997’de Hong Kong’un egemenliğini İngilizlerden devralan Çinliler, kendi siyasal söylem ve tarihsel anlatıları içerisinde- ülkelerinin uzun parçalanmışlığına ve aşağılanmasına son veren bir adım daha atmanın gururunu yaşamaktaydı. Hong Kong ve Makao’nun Çin’e dönüşü aynı formül altında gerçekleşti: Bir ülke, iki sistem. Bu formülle, iki şehre yüksek derecede özerklik tanıyarak kendi sistemlerini sürdürmeleri sağlanırken, ulusal egemenlik alanında Pekin’deki merkezi hükümete bağlı kalmaları öngörüldü.

HONG KONG’UN ULUSLARARASI FİNANS ÜSSÜ OLMA STATÜSÜ SARSILDI

Geçen zaman içerisinde iki şehir farklı yollar katetti. Kişi başına gelir açısından dünyanın en zengin yerleşim yerlerinden olan Makao’da 2018’de gayrisafi yurt içi hasıla 54,5 milyar ABD dolarının üzerindeydi ve bu miktar, 1999 yılındaki oranın neredeyse sekiz katıydı. İşsizliğin yüzde 2’den az olduğu “Doğu’nun Vegas’ı” Makao, bugün dünyanın en büyük dört kumar kentinden biri. Diğer yandan, bir feribot mesafesindeki Hong Kong’da işler tamamen başka türlü gelişti. Haziran 2019’da başlayan protestoların düşük yoğunlukla da olsa sürdüğü Hong Kong, en ağır siyasal ve ekonomik krizlerinden birini yaşıyor. Aylardır süren kaos ve belirsizlik, şehrin uluslararası finans üssü olma statüsünü sarstı. Amerika Birleşik Devletleri, Hong Kong’un özel statüsünü düzenli olarak değerlendirmek için yasa çıkardı. Yabancı yatırımcının tedirginliği sürerken Hong Konglu küçük esnaf, protestoların yeri ve zamanını internetten takip ederek kepenk açıp açmamaya karar verdiklerini söylüyor. Çin Hükümeti de bir yandan Hong Kong’da işlerin iyice çığırından çıkması ihtimaline karşı, Shenzhen ve Makao’ya yeni işlevler edindiriyor.

MİLYONLARCA İNSAN GÜNLERCE SOKAKLARI TUTTU

Tam da Tiananmen trajedisinin 30’uncu yıl dönümüne denk gelen Haziran 2019 protestoları, Hong Kong’un ülkeye dönüşünün ardından gerçekleşen en büyük protestolar olarak dikkat çekti. Suçluların Çin’e iadesiyle ilgili yasa değişikliğine karşı çıkan gruplar, kimi zaman milyonları bulan kalabalıklarla günlerce sokakları tuttu. Legco olarak bilinen meclis binası bir süre işgal edildi. Protestolar yaz boyunca devam ederken, barışçıl kitlesel yürüyüşlerin yerini büyük ölçüde şiddetli çatışmalar aldı. Çin devlet medyasının “çeteler” ve “radikal gruplar” olarak nitelediği göstericiler, iade yasasının geri çekilmesinin dâhil olduğu beş talep ortaya koydu. Diğer talepler; polis müdahalesinin soruşturulması, protestoların isyan olarak nitelenmemesi, gözaltına alınan göstericilerin serbest bırakılması ve tam kapsamlı oy hakkıydı. Hong Kong yönetiminin geçen yıl Eylül ayında resmen geri çektiği iade yasası, aslında göstericiler açısından yaklaşmakta olan daha büyük bir korkunun ilk işaretiydi. Yargı sistemine güvensizlik duyulan Çin’in 50 yıl süreyle adaya garanti ettiği hak ve özgürlükleri kademeli olarak geri alabileceğinden endişe edilmekteydi.

Öte yandan, Hong Kong’un yerel sorunları üzerinden başlayan protesto hareketi, son dönemde Uygur ve Tibet meseleleriyle birleşerek Çin karşıtı topyekûn bir eyleme dönüşüyor. Amerika’da Senato ve Temsilciler Meclisi’nden geçen Hong Kong yasasına, Uygur İnsan Hakları Yasası ve sırada bekleyen Tibet yasası eşlik ediyor. Bu arada bir parantez açalım: Hong Kong 156 yıllık İngiliz sömürü döneminde de demokrasi tecrübe etmedi. O zamanlar valiler Londra’dan atanıyor, milletvekilleri 1991 yılına kadar doğrudan Yasama Meclisi’ne seçilemiyordu. Parlamentoda sandalyelerinin çoğu, güçlü meslek grupları tarafından belirleniyordu. Şehrin son İngiliz Valisi Chris Patten, ancak ayrılmadan önceki son yıllarında demokratik reformlar yapmayı başarabildi. O da belki Çin’in eline “demokratik bir paket” yahut “saatli bir bomba” bırakmak içindi.

1997 SONRASI SÜRECİ İYİ ANALİZ ETMEK GEREKİYOR

2012’de yurtsever eğitim kampanyası karşıtı protestolar ve 2014’te Şemsiye Hareketi’yle dip dalgasını oluşturan son protestolara yol açan iklimi anlamak için şehrin en azından 1997 sonrası nasıl bir süreç geçirdiğine bakmak ve devir teslimden sonra doğan neslin beklenti ve endişelerini analiz etmek gerekiyor. Çin içerisinde “dış müdahale” ve “karanlık eller” söylemi hâlen o kadar güçlü ki gösterilerin bu yönünü anlamaya dönük bir çaba henüz hissedilmiyor. Bir ülke iki sistem formülünün başarısı konusunda, Makao’nun “iyi öğrenci” olarak Hong Kong’a örnek gösterilmesi de Hong Kong’un hususiyetlerinin hâlen tam olarak anlaşılamadığı şeklinde yorumlanarak Çin açısından riskli bir dil oluşturuyor.

Hong Kong’da 1997 sonrası doğan nesil, Pekin’in yurt- severlik tanımıyla tutarlı olmayan karmaşık bir kimlik geliştirdi. 1970’lerde, pop müzik ve Bruce Lee filmleri gibi öğeler, Kanton kültürü üzerinden bir Heunggongyahn ( , Hong Konglu) duygusu ortaya çıkarmıştı, ancak bu Çinli olmaya aykırı görülmüyordu. Hatta bu pop kültürü Çin’in ana kesiminde sahiplenildi, ilgiyle tüketildi. Ancak tam da 1997’deki devir teslimin hemen öncesi ve sonrasında doğan nesil için Hong Konglu olmak insan hakları, serbest medya gibi liberal değerlerin savunusuna dayalı bir çeşit yerel milliyetçiliğe işaret ederek artık etnokültürel Çin kimliğinin yerine geçmekte, belki tam da karşısına yerleştirilmekteydi.

Son olarak Hong Kong’da olup bitenleri sadece Hong Kong ölçeğinde değerlendirmek eksik kalır. Dünya genelinde İran’dan Irak’a, Beyrut’tan Barselona ve Santiago’ya uzanan, farklı sebeplerle başlayan ancak özünde kurumlara güvensizlik ortak paydasında birleşen bir hoşnutsuzluk dalgası görülüyor.

Gazeteci Emre Demir