Küreselleşme ve Enerji Jeopolitiği
Güneş, rüzgâr, hidroelektrik ve diğer yenilenebilir kaynakların geleneksel enerji kaynaklarıyla yer değiştirmesi, özellikle geleneksel enerji kaynaklarına bağımlı ülkelerin uluslararası alandaki konumlarını yeniden değerlendirmelerine yol açtı
Uluslararası ilişkilerde jeopolitik çalışmaların tekrar önem kazandığı bir döneme giriyoruz. Stratejik yapılanmalarda; uluslararası ve ulus-üstü yaklaşımların yerine korumacı yaklaşımların tercih edilmesi, kaynak rekabetinin artması ve tedarik zincirlerindeki kaymalar, uluslararası güç dinamiklerindeki değişimin önemli ipuçlarını barındırıyor. Son dönemde daha görünür olan bu değişim, enerji merkezli jeopolitik çalışmaların yeniden önem kazanmasına yol açtı. Yakın zamandaki çalışmalarda, konvansiyonel kaynak merkezli yaklaşımların aksine, teknoloji odaklı ve yenilenebilir enerji merkezli yaklaşımlar gündeme taşındı.
Bu değişimin izlerini takip etmek hem diplomatik gelişmeleri anlamlandırmak hem de geleceğe dair bireysel, kurumsal ve devletler seviyesindeki stratejilerin oluşturulması adına önem taşıyor. Pandemi sonrası dönemin etkileri hem güncel medyayı hem de akademik çalışmaları önemli ölçüde yönlendirdi. Küresel denklemde de farklı bir devinim yarattı. Bu devinimi değerlendirirken, pandemi öncesi dönemde çokça gündemimizde yer alan küreselleşme kavramına değinmek, bugünü daha iyi anlamlandırmamıza yardımcı olabilir. İçinde olduğumuz dönemi önceki dönemlerden ayıran en önemli faktör hız faktörüdür.
Geçtiğimiz dönemlerle mukayese edildiğinde küresel ölçekli olayların meydana geliş sıklıkları, uzun süreli periyotlarla karşımıza çıkarken günümüzde bu tür olayların ortaya çıkış süreleri oldukça kısaldı. Küresel düzendeki yapısal değişimlerin bu denli hızlı değişimi, adaptasyon ve öngörü kabiliyetini önümüzdeki dönemde çok daha öne çıkaracak. Bir neslin tanıklık ettiği bu değişimlere hızlıca göz atmak, bu kapsamda farkındalığımızı artırabilir. Bugünkü yapısıyla Birleşmiş Milletler (BM) düzeni, II. Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1940’lı yıllarda ortaya çıktı. Savaşın galipleri, dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmeye çalıştı.
Uluslararası sistemi etkileyecek büyük kararların nihai onay merci olan BM Güvenlik Konseyi de bu dönemde ortaya çıktı. Bunun akabinde küresel sisteme değişim getiren diğer bir köşe taşı olay, enerji arz güvenliğinin ve ulus devletler arasındaki sorunların öne çıktığı 1973 Petrol Krizi, küreselleşme kapsamında diğer bir dönüm noktasını oluşturdu.
Sistemin dengede olduğu ve değişmeyeceği fikirleri hakimken 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi öngörülemeyen bir dünyayı karşımıza çıkardı: Çift kutuplu uluslararası sistem sona erdi ve ABD merkezli tek kutuplu dünya düzenine geçildi. Avrupa Birliği, ulus-üstü bir örgüt olarak Doğu Avrupa’ya doğru genişledi. ASEAN gibi bölgesel örgütler faaliyet alanlarını derinleştirdi. Nitekim bu yenilikler, küreselleşmenin hızla benimsendiğine dair güçlü kanaati de beraberinde getirdi.
Devletlerle beraber, uluslararası şirketlerin ve sivil toplum kuruluşlarının uluslararası sistemdeki rollerinin artışı da küreselleşmeye yeni bir boyut kattı. Artık sadece devlet düzeyindeki ilişkiler değil; devlet-birey ve birey-birey düzeyindeki ilişkiler de küreselin konusu olarak değerlendirilmeye başlandı. Dünyanın büyük bir köy olduğu söylemi, ABD’deki Dünya Ticaret Merkezi binasının 11 Eylül 2001’de saldırıya uğramasıyla beraber akamete uğradı. Nitekim, bu saldırı sonrasında uluslararası gündemin temel konusu küresel dünya hükümetinden terörle savaşa dönüştü.
Güvenlik kaygılarının hakim olduğu uluslararası sistem, siyasi istikrarsızlıklarla karşı karşıya geldi. Devletler ve uluslararası örgütler güvenlik kavramına odaklanmışken 2011’deki Arap Baharı yeni bir gelişmeyi karşımıza çıkardı. Bu kapsamda, dünyanın önemli enerji kaynaklarına sahip ülkelerde siyasi değişim rüzgârları esti.
Uluslararası ilişkilerde küreseli etkileyen önemli olayları ele aldığımız örneklem çerçevesinde karşımıza çıkan en önemli unsur oldukça açık: Uluslararası ilişkilerde büyük değişimler önceki dönemlerde bir nesilde karşımıza çıkmaktayken şu anda bir nesilden kısa bir süre içerisinde birden çok değişime tanıklık ediyoruz.
Bu kapsamda ele alınan birincil alt örneklem çerçevesinde değerlendirilen 1940’lı yıllardaki BM düzenine geçiş- 1973 Petrol Krizi arasındaki yaklaşık 30 yıl; ikinci alt örneklem çerçevesinde değerlendirilen 1989 Berlin Duvarı’nın yıkılışı- 2001 Dünya Ticaret Merkezi saldırısı 12 yıl; üçüncü alt örneklem çerçevesinde değerlendirilen 2011 Arap Baharı’nın ise sadece 10 yıl içerisinde gerçekleştiği görülmektedir. Yukarıda verilen tüm zaman aralıklarında şunu gözlemlemek mümkün: Küresel ölçekte değişim hızlanıyor ve enerji jeopolitiği bu değişimi gözlemlemede önemli bir alan sunuyor.
Küreselleşmeyi sınıflandırdığımız dönemler, pandemi sonrası dönemi değerlendirirken önemli çıktılar sağlıyor. Bu kapsamda, günümüze yaklaştıkça değişimin çok daha hızlı olduğu, küreseli etkileyen olayların çok daha çevik bir yaklaşımla ele alınması gerektiği ortada. Büyük kırılmaların çok daha hızlı bir şekilde gerçekleşmesinin yanında, geleneksel kaynaklardan yenilenebilir enerjiye geçiş enerji jeopolitiği çalışmalarında önemli bir alana sahip oldu.
Güneş, rüzgâr, hidroelektrik ve diğer yenilenebilir kaynakların geleneksel enerji kaynaklarıyla yer değiştirme süreci, özellikle geleneksel enerji kaynaklarına bağımlı ülkelerin uluslararası alandaki konumlarını yeniden değerlendirmelerine yol açtı. Bu değişim, küresel enerji jeopolitiğinde teknoloji ve inovasyonun belirleyici bir rol oynadığı yeni bir döneme işaret ediyor.
Küresel enerji sisteminde karbon salımını azaltmak, fosil yakıt üretimini kısıtlamak ve düşük karbonlu enerji teknolojilerinin kullanımını yaygınlaştırmak için bütünsel bir yaklaşım edinmek önem kazandı. Güncelimizde yer alan tüm bu konular, teknoloji ve hız odaklı yeni jeopolitik güç merkezlerinin ortaya çıkabileceği yönünde işaretler veriyor. Ancak bu dönemin getirdiği birçok yeniliğin yanı sıra ‘Bereketli Hilal’ gibi kritik enerji bölgelerinin önemini uzun bir süre daha koruyacağı ve uluslararası ilişkilerdeki önemli kırılma noktalarının çok daha hızlı gerçekleşeceğini göz önünde bulundurmak fayda getirecektir. Bu süreçte, enerji jeopolitiği çalışmalarının, küresel enerji dönüşümünü anlamak ve etkili stratejiler geliştirmek için kritik bir rol oynayacağı açıktır.