İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ege Yazgan

Daha esnek kurallara tabi yeni ticaret bloklarının ve bölgesel değer zincirlerinin arttığı bir dünyaya doğru gidiyoruz.

Dünya dış ticareti, 1980’lerin sonundan itibaren hız kazanan küreselleşmeyle birlikte çarpıcı biçimde genişledi. Çok sayıda gelişmiş veya gelişmekte olan ülke, uluslararası iş bölüşümünün ve üretim zincirinin yeni bir örgütlenmesi çerçevesinde genişleyen ticarete katıldı. Küresel değer zinciri (KDZ) olarak bilinen bu iş bölümünde; bir malın üretiminin aşamaları ve nihai ürünün çeşitli parçalarının operasyonları farklı ülkelerde gerçekleştiriliyordu. Büyük finansal kriz, 2009 yılında dünya ticaretini çökerttiğinde bu ticaretin yarıdan fazlası KDZ içinde gerçekleştiriliyordu. Dünya dış ticareti, kriz sonrası kısmen toparlansa da giderek artan küreselleşme karşıtı gelişmeler karşısında zayıfladı. Söz konusu zayıflamadan en büyük payı KDZ aldı. Dünya ticaretinin payı gerilerken, ticaretin içinde KDZ’nin payı da geriledi. Yine de COVID-19 salgını başladığında KDZ, hâlâ dünya ticaretinin önemli bir bölümünü teşkil ediyordu.

Dünya ticaretinde düşüş bekleniyor

Salgından en fazla etkilenen devletler, dünyanın KDZ merkezleri konumunda. Bahsi geçen ülkeler, dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 70’ini kapsıyor. Dünya ticaretinde hızlı bir düşüşün gerçekleşeceği ve GSMH’deki (gayri safi millî hasıla) yaşanacak düşüşün misliyle üzerinde olacağı beklenen sonuç olarak görünüyor. KDZ’nin bu yeni çöküşünün, 2009 örneğinde olduğu gibi daha derin hâle geleceği açık. Oluşan şokun büyüklüğü de dikkate alındığında, 2009’dan daha büyük bir dış ticaret çöküşü yaşanması ve daralmanın kalıcı olması büyük olasılık.

COVID-19 şoku öncesi tırmanan küreselleşme karşıtı eğilim ve güçlenen yerel motifli popülist hareketler, küreselleşmenin geldiği noktanın sürdürülebilir olmaktan uzak olduğunun bir ifadesiydi. Harvard Üniversitesinden Dani Rodrik’in belirttiği gibi küreselleşme, mevcut hâliyle yerel politikaya çok az hareket alanı tanıdığı için saldırıya uğrarken, mevcudiyetini sürdürmesi için gerekli uluslararası kurumsal yapıları da oluşturamadı. Pandemi de küreselleşme karşıtı söylemlerin daha da güçlenmesine zemin hazırlayarak var olan küreselleşme karşıtı eğilimi güçlendirecek.

Yerel değer zincirleri ön plana çıkabilir

Salgın sonrası üretim zincirinde oluşan aksaklıkların ve mal kıtlıklarının sorumlusu olarak KDZ’yi görme eğilimi zaten başlamıştı. Bu ortamın küresel yerine yerel değer zincirlerini ön plana çıkararak dış ticaret karşıtı politikaları güçlendireceği de aşikâr. Zaten küreselleşme karşıtı dalga altında zayıflamış olan KDZ, pandemi şokuyla daha da zayıflayıp yerini yerel ağlara bırakmaya doğru yönelecek. Bu durum, gelişmekte olan ülkelerin elinden hangi fırsatları alacak ve eline hangi yeni fırsatları verecek?

Savunucuları, KDZ’nin gelişmekte olan ülkelere geleneksel ticaret aracılığıyla elde edemeyecekleri fırsatlar sunduğunu belirtiyor. KDZ ürünün tümünü üretebilecek bilgi ve teknolojiye sahip olmayan ülkelere, ürünün küçük parçalarını üretmesine olanak sağlıyor. Bu şekilde elde edilen tecrübe, en azında uzun dönemde, tüm ürünü üretebilecek teknolojik gelişmenin yapabilme şansını açıyor. Bazı gelişmekte olan ülkelerin, özellikle de Çin’in KDZ çerçevesinde oluşan yeni uluslararası iş bölümü ile küreselleşme dalgasını kendi yararlarına kullanabildikleri ve bu düzen içinde gelişmiş ülkeleri “yakalama” fırsatı buldukları yadsınamayacak bir olgu. Ancak bu örneklerin sayısının çok sınırlı olduğu ortada. Geri kalan ülkelerin de üretim ağlarının çevresinde kaldığını ve aynı üretim-öğrenme çizgisini yakalayamadıklarını gözlemliyoruz. KDZ içerisinde katma değerin daha yoğun olduğu yüksek teknoloji, dizayn ve marka oluşumunu içeren bölümlerde, gelişmekte olan ülkelere düşen pay oldukça düşük. En başarılı örnek olan Çin bile bu alanlara son zamanlarda girebildi. Karşı karşıya kaldığı ticaret savaşı gibi engellemelerin de bu performansıyla bağlantılı olduğu açık.

Uzak Doğu Asya bloku önem kazanacak

Diğer yandan Çin’in başarısının küreselleşme içinde küreselleşme karşıtı politikaları uygulayabilmesiyle ilişkili olduğunu da belirtmek gerekiyor. Bunu başaramayan diğer gelişmekte olan ülkeler ise küreselleşmeden Çin’in elde ettiği yararı yakalayamamış durumda. Ancak buradan yola çıkarak COVID-19 sonrası dünyanın gelişmekte olan ülkelere daha fazla bağımsız politika uygulama şansı vererek daha avantajlı bir ortam sağlayacağını da öne süremeyiz. Tüm dünya aynı korumacı refleksle hareket edeceği için dış pazarlara erişim eskisi gibi kolay olmayacak ve korumacılık altında büyümenin sınırlarını iç pazarın büyüklüğü ile finansman koşulları belirleyecek. İç pazarın büyüklüğü, dış talep tahdidini hafifletse bile finansman sorunu yatırımları sınırlayarak büyüme potansiyelini düşürecek. Dolayısıyla küreselleşmenin ve dış ticaretin getirdiği faydalardan tümden vazgeçileceğini beklemek yersiz. Daha esnek kurallara tabi yeni ticaret bloklarının ve bölgesel değer zincirlerinin arttığı bir dünyaya doğru gidiyoruz. Bu dünyada kuşkusuz Çin merkezli Uzak Doğu Asya Bloku giderek daha fazla önem kazanacak.