Başarılı bir siber güvenlik ile herhangi bir “dijital enfeksiyon” sonrası “dijital bağışıklık“ daha da güçlenecek

COVID-19’la birlikte çalışma biçimlerimiz büyük ölçüde değişti. Evden çalışma sistemine geçilmesi, toplantıların online olarak yapılması ve sosyal ağların yoğun kullanılması siber güvenliğin önemini katlayarak artırdı. Bütün yaşamımızın beklenmedik bir hızla çevrim içi platformlara taşınması ise hem kurumsal hem de kişisel verilerin korunması anlamında açık kapılar, yumuşak karınlar ve zafiyetler ortaya çıkardı.

Bu durumun ortaya çıkardığı en büyük problem ise özel hayatımızın sınırlarını zorlayan ve açık noktalardan içeri girmeye çalışan siber saldırılar oldu. Şartlar böyle iken mahremiyetimizi tüm gücümüzle korumamız ve durumun önemini kavramamız gerekiyor. Bu noktada da direngenlik kavramı öne çıkıyor. İngilizce’den direngenlik olarak çevirdiğimiz “resilience” kavramı, çağdaş dünyanın siber güvenlik ortamlarında; işletmelerin, insanların ve nesnelerin interneti (Internet of Things – IoT) destekli iletişim ağlarıyla bağlı sistemlerin, siber saldırılara karşı elverişsiz ve olumsuz şartlarda işlevselliğin sürdürülebilir ve korunaklı olmasını ifade ediyor. Yani mahrem olan her bilgimizi saklıyor olduğumuz; dijital sistemlerimizin, sunucularımızın, depolama cihazlarımızın ve bilgisayarlarımızın “direngen” olması bekleniyor.

Dolayısıyla bu sistemlerin hızla, korunaklı ve savunman (non-vulnerable) duruma gelmesi şart. Böylece her türlü saldırıya karşı önlem alınmış olacak ve hızla eski hâline dönen sistem, olası başka saldırılar için “öğrenip”, tecrübe kazanarak daha akıllı bir koruma sistemi geliştirecek. Özetle başarılı bir siber güvenlik ile herhangi bir “dijital enfeksiyon” sonrası bağışıklık daha da güçlenecek.

Türkiye-Finlandiya İş Konseyi Başkanı Halil Kulluk