Suriye’deki İnsanlık Trajedisi ve Türkiye’nin Çabaları
Türkiye, Suriye’de yaşanan insani krizde en ahlaki meşruiyete sahip yegâne ülke olarak belirmektedir
Suriye iç savaşı, son yüzyılda görülen en acı insanlık krizlerinden birisidir. Dokuz yıldır devam eden iç savaş boyunca Esad rejimi ve destekçilerinin sivillere en ufak saygı göstermeyen savaş metodu, insani trajedileri beraberinde getirmiştir. Yüzbinlerce insan hayatını kaybetmiş, milyonlarcası da ülkelerini terk etmek durumunda kalmıştır. Ülke içerisinde kalanlar ise farklı şehirlere göç ederek hayatta kalmaya çalışmaktadır.
Hâlihazırda Suriye’de yaşanan insani dram, İdlib’te de aynı şekilde devam etmektedir. Yaklaşık 4 milyon sivilin yaşadığı İdlib, diğer çatışma bölgelerinden kaçıp gelen insanların son sığınma alanı olarak görülmektedir. Şehrin farklı kentlerden göç alması sebebiyle sınırlı alanda bulunan milyonlarca göçmen, kendilerine güvenli yaşam imkânı oluşturmaya çalışmaktadır.
İdlib hem coğrafi kapsam hem de çatışan tarafların motivasyonları bakımından iç savaşın son aşamalarından biri olarak görülmektedir. Bu sebeple rejim ve destekçilerinin var güçleri ile kentin ele geçirilmesine yönelik başlattıkları operasyon, Türkiye’nin askerî ve diplomatik çabaları ile durdurulmuştur. Ancak İdlib’i terk ederek kuzeye, yani Türkiye sınırına doğru akın eden insanlar evlerine dönmek için tedirgin durumdadır.
Küresel Aktörler Somut Adım Atmaktan Kaçınıyor
İdlib’ten kaçıp gelerek Türkiye’nin güney sınırlarındaki kamplarda zor şartlarda yaşamaya çalışan Suriyeliler, en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamamaktadır. Suriye iç savaşı boyunca birçok dramatik sahne yaşanmıştır ancak İdlib örneği, oldukça ciddi problemlerin görüldüğü yer olarak karşımıza çıkmaktadır. Gıda, barınma ve sağlık problemleri zorlu kış şartlarıyla birleşince konu tam bir insanlık krizine dönüşmüştür. Buna rağmen uluslararası toplumların ve başta ABD olmak üzere küresel aktörlerin, herhangi somut adım atmamaları ise endişe vericidir.
ABD ve Batılı aktörlerin Suriye’deki insanlık krizine karşı siyasi irade göstermeyişleri küresel politikada yeni bir evrenin habercisi durumundadır. Zira ABD Başkanı Barack Obama döneminden itibaren ABD, maliyetten kaçınma stratejisi bağlamında uluslararası krizlerin yaşandığı coğrafyalarda herhangi bir askerî seçeneğin kullanılmasına karşı olduğunu vurgularken, Irak ve Suriye’de sahaya müdahil olmaktan çekinmiştir. Başkan Donald Trump da bunu bir adım ileriye taşıyarak Amerikan askerlerinin tamamen sahadan çekileceğini bile öne sürmüştür. Dolayısıyla ABD ve diğer küresel güçlerin uluslararası siyasette merkantilist politikalara yöneldiği açıkça görülmektedir. Avrupa Birliği ülkeleri ise kendi güvenlik problemleriyle ilgilenirken bir yandan da Suriyeli mülteciler meselesi gibi büyük bir maliyeti yüklenmek istememektedir. Suriye’de insani dram adına her ne yaşanıyorsa yaşansın, küresel güçlerin temel önceliği bu maliyetin kendilerine fatura edilmesinin önüne geçmek üzerine kuruludur. Bırakın uluslararası iş birliği geliştirmeyi, insani yardım kuruluşları vasıtasıyla dahi yardımda bulunmaktan aciz olduklarını burada belirtmek gerekir. Zaten Birleşmiş Milletler çatısı altında Suriye krizine çözüm sağlayacak hiçbir karar alınmaması, uluslararası örgütlerin etkinlik problemini bir kez daha ortaya koyarken uluslararası iş birliğinin sınırlarını da bize göstermektedir.
Türkiye İçin Her Zaman Diplomasi Ön Planda
Türkiye, Suriye’de yaşanan insani krizde en ahlaki meşruiyete sahip yegâne ülke olarak belirmektedir. İç savaşın başladığı andan itibaren açık kapı politikası uygulayan Türkiye, yaklaşık 3,6 milyon Suriyeliye geçici sığınma hakkı tanımıştır. Toplamda 40 milyar dolar gibi devasa bir harcama yapan Türkiye, Suriye iç savaşında en fazla maliyet üstlenen ülkelerin başında gelmektedir. Gerek sivil ölümlerin önüne geçilmesi gerekse çatışmaların durdurulması noktasında hem insani hem de siyasi diplomasi çabalarını sürdüren Ankara’nın, Halep ve Doğu Guta gibi örneklerde de görüldüğü üzere sivillerin tahliye edilmesinde diplomatik çabaları son derece kritiktir. Türkiye, aslında her zaman diplomasiyi ön planda tutarak sorunların çözümünden yana olduğunu göstermeye çalışmıştır. Rusya ve İran ile birlikte geliştirilen Astana ve Soçi süreçlerinin yanı sıra liderler düzeyinde T.C. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındaki çözüm odaklı yaklaşım da Suriye sahasında birçok engelin aşılmasına yardımcı olmuştur. Bununla birlikte Türkiye, İdlib’te neredeyse tek başına Rusya ve Esad rejiminin saldırılarının önüne geçmeye çalışmaktadır. İdlib’in birçok konuda Türkiye’yi yakından ilgilendiren bir potansiyel barındırması, daha acil ve kapsamlı adımların atılmasını gerekli kılmıştır. Özellikle saldırıların İdlib kent merkezine yönelmesi durumunda, burada bulunan 4 milyon kişinin Türkiye sınırına doğru hareket etmesi, zaten dokuz yıldır 3,6 milyon sığınmacı yükünü üstlenen Türkiye’nin altından kalkamayacağı bir durumu ortaya çıkarmıştır. Bu sebeple rejim unsurlarının agresif bir şekilde varılan mutabakatları hiçe sayarak saldırılarını genişletmeleri, Türkiye’nin askerî seçenekleri daha fazla kullanma zorunluluğunu meydana getirmiştir.
Türkiye’nin Askerî Girişimleri
Suriye iç savaşının doğurduğu güvenlik boşluklarından en fazla istifade edenler terör örgütleri olmuştur. DEAŞ ve PKK gibi örgütler, Türkiye’nin ulusal güvenliğini doğrudan tehlikeye atan tehditler olarak bu boşluğu kullanmaya çalışmıştır. Türkiye, 2016 yılından itibaren başlattığı Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtlarıyla bu terör gruplarının kendisine yönelik tehditlerini bertaraf etmiştir. Rejim ve destekçilerinin İdlib hedefli saldırılarını başlatması sonrasında ise Türkiye, muhtemel insanlık krizinin baş göstermesi ve askerî açıdan oluşan riskli tablo karşısında yeni bir operasyon başlatmak durumunda kalmıştır.
Bahar Kalkanı Harekâtı ile hem yeni bir göç dalgasının önüne geçmeye çalışan hem de dar bir alanda uçakların bombardımanı altında binlerce sivilin öldürülmesine engel olmak isteyen Türkiye, rejimin askerî kapasitesine büyük bir darbe indirirken Rusya ile de yeni bir anlaşma çerçevesinde çatışmasızlık ortamını sağlamıştır. Öte yandan bugün itibarıyla İdlib, hâlâ büyük bir insanlık trajedisi ile karşı karşıyadır. Uluslararası toplumun duyarsızlığı ve büyük güçlerin Suriye’deki insanlık dramına sessiz kalmaları geçmiş acılardan ders alınmadığını ortaya koymaktadır. Türkiye’nin diplomatik ve askeri girişimleri ise bu trajedinin büyümesini engelleyen tek çabadır.
Araştırmacı Abdullah Erboğa