Ticaret Savaşlarının Kazananı Olur Mu?

Yaygın tanıma göre ticaret savaşı; aşırı korumacılık neticesinde devletlerin tarifeleri ve tarife dışı engelleri kullanarak birbirlerine karşı misillemede bulunduğu, ekonomik anlamda karşı tarafı zayıflatmayı öngören ticari temelli bir çatışmadır. ABD Başkanı Donald Trump, Mart 2018’de yayımlamış olduğu bir sosyal medya mesajı ile kendi ticaret savaşı tanımını deklare etmiştir: “Bir ülke ticaret yaptığı hemen her ülkeye milyarlarca dolar kaybediyorsa, ticaret savaşları iyidir ve kazanması kolaydır. Örneğin, bir ülkeyle 100 milyar dolarlık açığımız varsa, onlarla ticaret
yapmazsak biz kazanırız. Gayet basit.” Geçmişi kısaca hatırlayalım: 1929 Ekonomik Buhranı’nın hemen ardından dönemin ABD Başkanı Herbert C. Hoover, 1930 yılında ülkenin tarım sektörünü krizin olumsuz etkilerinden korumak için Avrupa ve Kanada’dan ithal edilen tarım ürünlerine ek vergi uygulaması getirdi. Ancak Cumhuriyetçi iki senatör (Smoot-Hawley) bu uygulamaya sanayi mallarının da eklenmesi için bir kanun teklifinde bulundu ve yaklaşık 20 bin üründe yüzde 20 ilave vergi uygulandı. Bunun üzerine 20 ülke, ABD’ye benzer uygulamalarla
karşılık verdi. Misillemeler neticesinde ABD’de işsizlik iki katına çıktı. 1933 yılına gelindiğinde ABD’nin Avrupa’ya
ihracatında yüzde 60’ın üzerinde düşüş yaşandı. Hoover sonraki seçimleri kaybetti ve yerine gelen Roosevelt 1934’de bu uygulamayı sonlandırdı. Ekonomi literatüründe Smoot-Hawley Kanunu’nun 1929 Büyük Buhranı’nı derinleştirdiği ve etkisinin toplumsal yaşamda uzun bir süre devam etmesine sebep olduğu kabul gördü. 2018 yılında ABD dış ticaret açığı, bir önceki yıla göre yüzde 12,5 artarak 621 milyar dolara ulaştı. 2,5 trilyon dolarlık ihracat yapan bu dev ekonomi, 3,1 milyar dolarlık ithalat gerçekleştirdi. Bu açık, 1975 yılından bugüne ABD’nin verdiği en büyük dış ticaret açığı oldu. Tarihî açığın en önemli kaynaklarını ise ilaç, elektronik ev eşyası, tekstil ürünleri, otomobil ve yedek parçaları oluşturuyordu.

GÖZLER, DÜNYANIN ÜÇ BÜYÜĞÜNE ÇEVRİLDİ

Başkan Trump’ın gerek seçim kampanyası sürecinde gerekse göreve geldikten sonra peş peşe yaptığı açıklamalar, korumacı politikaları işaret eden alt metinleri nedeniyle, özellikle Avrupa Birliğinin (AB) serbest ticaret anlaşması
(STA) yarışına hız vermesine neden oldu. Nisan 2018’de neredeyse tüm ürünlerde tarifeleri kaldıran AB-Meksika STA’sı sonrasında Temmuz 2018’de imzalanarak yürürlüğe giren AB-Japonya STA’sı ile de neredeyse tüm ürünlerde tarifeleri sonlandıran 150 milyar dolarlık dev bir serbest ticaret alanı inşa edildi. ABD’nin en büyük ticaret ortaklarının AB, Çin, Kanada ve Meksika olduğu dikkate alınarak gözler, dünyanın en büyük üç ekonomisi (ABD, Çin ve AB) arasındaki ticaret akımlarına çevrildi.

TİCARET SAVAŞLARI, FARKLI CEPHELERE YAYILDI

Ticaret savaşları, ABD’den başlayarak birçok farklı cepheye yayıldı. Trump, ulusal güvenliği tehdit ettiği gerekçesiyle
aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkeden gerçekleştirilen çelik ve alüminyum ithalatına,
fikrî mülkiyet haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle Çin’den yapılan teknoloji ürünleri ithalatına ve yine ulusal güvenlik riski doğurduğu gerekçesi ile otomobil ithalatına ilave gümrük vergilerini uygulamaya koydu. Tabii ki karşılığında çok sayıda ülke de misilleme yaptı. Ancak son dönemde hem Trump’ın söylemlerini direkt Çin’e yöneltmesi hem de ABD’nin doğrudan Çin’i hedef alan ilave gümrük vergisi uygulamaları, savaşın esas taraflarını net biçimde ortaya koydu. Her ne kadar Çin, ABD menşeli ürünlere karşı misilleme olarak ilave gümrük vergilerini devreye soksa da 540 milyar dolarlık Çin ihracatına karşın 120 milyar dolarlık ABD ihracatı cılız kalmakta, dolayısıyla Çin’in kullandığı ticaret savaşı enstrümanları istenilen etkiyi doğuramamaktadır. ABD’nin uyguladığı bu politikanın ardında, 2018 yılında Çin’e karşı verilen ticaret açığının 420 milyar dolar seviyesine dayanmış olmasının ötesinde siyasi sebeplerin de yer aldığı sıklıkla dile getirilmektedir. Çin’in özellikle yüksek teknolojili endüstrilerde yerelleşmesinin ve piyasa yapıcısına dönüşmesinin hedeflendiği “Çin Malı 2025” planı Mayıs 2015’te yayınlandı. Bu plan kapsamında şekillenen ve 70’ten fazla ekonomiyi doğrudan etkilemesi beklenen “Kuşak ve Yol İnisiyatifi”ne, Başkan Trump aynı yıl Amerikan ulusalcılığını temsil eden “Amerika’yı Yeniden Muhteşem Yap” sloganı ve “Önce Amerika” politikası ile karşılık verdi. Çin; özellikle “Kuşak ve Yol” projesi ile dev bir ticaret koridoru tasarlayarak lojistikten yüksek teknolojiye, sağlıktan enerjiye, iletişimden tarıma kadar çeşitli alanlarda küresel ölçekte ekonomik ve sosyokültürel bir dönüşümün temellerini atmaktadır. Bahsi geçen bu dönüşüm “başarılı” biçimde gerçekleştirilirse ABD’nin birçok alanda geleneksel manadaki rekabet avantajının son bulma ihtimali söz konusu olacaktır. Anlaşılacağı üzere ticaret savaşlarının sadece ekonomik değil, siyasi sebepleri de göz ardı edilemez seviyede önem arz etmektedir. Göz ardı edilemeyecek bir diğer gerçek de iki dev arasında cereyan eden bu savaşın diğer ekonomileri büyük ölçüde etkileyecek olmasıdır. Özellikle dünyanın en büyük ithalatçısı olan ABD’nin uyguladığı ilave vergiler, ekonomik büyümenin odağına ihracatı alan ekonomiler için büyük bir problem teşkil etmektedir. Dahası oluşan enflasyonist baskı nedeniyle ABD Merkez Bankasının faiz artırımı yapacağı beklentisi, dış finansman ihtiyacı duyan gelişmekte olan ekonomiler için risk oluşturmaktadır. Tenis maçı gibi sürekli biçimde verilen karşılıklar; fiyatlar üzerinde doğrudan etki doğurmakta, yükselen enflasyon tüm dünyada tüketicilerin satın alma güçlerini olumsuz etkilemektedir. Sonuç olarak ticaret savaşları kısa vadede ABD açısından dış ticaret açığını azaltabilecek olsa da orta-uzun vadede küresel düzeyde meydana getireceği yıkıcı etkinin kaçınılmaz olması beklenmektedir. Yapılması gereken; Dünya Ticaret Örgütünün koyduğu kurallar çerçevesinde rekabet standartlarını bozmadan, serbest ticaretin gelişimine izin vermektir.

 

Caner Çolak/ DEİK Genel Sekreteri

Yorum Yapın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Start typing and press Enter to search