Türk Şirketlerinin Uluslararasılaştırma Stratejileri
Gelişmekte olan ülkeler, 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren dünya pazarlarının rekabet doğasını değiştirmeye başladı
Küresel iş dünyası, uzun zamandır radikal bir değişime şahit oluyor. 20. yüzyılın ikinci yarısında ABD’nin, Batı Avrupa’nın ve sonrasında Japonya’nın köklü şirketleri; on yıllarca dünya pazarını domine ettiler. Bu şirketler, ürünlerinin ihraçlarını dünya pazarlarına güçlü dağıtım kanalları yoluyla gerçekleştirdiler. Ölçek ekonomilerinden faydalandılar ve kendi markalarını geliştirdiler. Yeni pazarlara erişmek ve yeni üretim kaynakları kurmak için denizaşırı bölgelerde doğrudan yabancı sermaye (DYS) yatırım faaliyetlerinde bulundular. Yönetim alanındaki teknik ustalıklarını kullanarak küresel ağlarını başarılı bir şekilde yönettiler ve çok uluslu şirketlere (ÇUŞ) dönüştüler. Ancak, gelişmiş ülkelerin kurmuş olduğu ÇUŞ’lerin bu dominant imgesi artık kaybolmuş gibi gözüküyor. Ham madde, ucuz iş gücü ve gelişmiş ülke ÇUŞ’ler için yeni pazarlar olarak öne çıkan gelişmekte olan ülkeler, 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren dünya pazarlarının rekabet doğasını değiştirmeye başladı. Zayıf kurumlarına, istikrarsız politik ve ekonomik durumlarına ve olgunlaşmamış pazarlarına rağmen gelişmekte olan ülkeler, bu yüzyılda hızlı büyüyen şirketlere ev sahipliği yapma noktasında başarılı oldular. Gelişmekte olan ülkelerin ÇUŞ’leri, gelişmiş ülke ÇUŞ’lerine meydan okumada başarılı rakipler hâline geldiler. Bu ülkeler sadece yerel pazarlarda değil, kendi gelişmiş ülke eşleniklerinin iç pazarlarında da başarıyla yarışıyorlar.
TÜRK FIRMALARININ KÜRESEL REKABET GÜCÜ ARTTI
Gelişmekte olan ülke ÇUŞ’leri birkaç ülke ile sınırlı değildir. Diğerlerine ek olarak kaynaklarını Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Türkiye ve Güney Afrika gibi çeşitli ekonomilerden alırlar. UNCTAD (2017) istatistiği, gelişmekte olan ekonomilerin şu anda küresel DYS çıkışının yüzde 28’den fazlasına (408 milyar dolar) tekabül ettiğini göstermektedir. 2018 itibarıyla Çin, Hindistan, Rusya ve Latin Amerika kökenli gelişmekte olan ülke ÇUŞ’lerin sayısı Global Fortune 500 Listesi’nde 129’a ulaşmıştır. Gelişmekte olan ülke grupları içerisindeki Türkiye, coğrafi konum avantajının yanı sıra Orta Asya, Avrupa ve Orta Doğu pazarlarına kültürel ve dilsel yakınlık gibi önemli özelliklere sahiptir. 2003’ten sonra, Türkiye pazarındaki rekabet yeni bir seviyeye ulaşmıştır. Açıklık ve serbestleşme politikalarının sonucunda, iç pazarda değer kaybına bağlı olarak ithal edilen malların yükseliş oranının ve yurt içi DYS’nin yıllar içinde yeni pazarlar bulma fırsatlarını kısıtladığı görülmektedir. Dahası, sadece içsel motivasyonlar değil, küreselleşme ve küresel rekabetin yükselen baskısı da Türk firmalarını, uluslararasılaştırma süreçlerini hızlandırma noktasında teşvik etmiştir. Türki cumhuriyetlerdeki ekonomik gelişmeler, Arap ülkeleriyle olan ilişkileri güçlendirme çalışmaları ve artan AB yatırımları; Türk firmalarının yeni bir döneme girmesini sağlamıştır. Ayrıca 1990’dan beri artarak devam eden uluslararası operasyonlar, 2003’ten beri desteklenmektedir. 2004-2015 döneminde Türk firmaları, çok fazla yurt dışı DYS yapmıştır. Bu yatırımlar, Türk firmalarının küresel rekabet gücünü de artırmıştır.
Bugün Türkiye, dünyanın en büyük 17. ekonomisine sahiptir ve ülkenin 2018 itibarıyla yurt içi DYS birikimi, 208 milyar dolar ve yurt içi DYS akışı 13,1 milyar dolardır. 2016 yılından itibaren ise yurt dışı DYS birikimi, 44,7 milyar dolar ve yurt dışı DYS akışı 4,8 milyar dolardır. Gelişmekte olan ülke ÇUŞ’lerin çoğu gibi Türk şirketleri de özellikle gelişmiş ülkelere yatırım yaparken uluslararası genişleme ve rekabetçi dezavantajlarını, dengelemek konusunda geç kalmışlardır. Türk şirketleri, kendi yurt dışı DYS yatırımlarının tamamına ya da çoğunluğuna sahip olarak üstün teknoloji ya da teknik bilgi aramaktadırlar. Gelişmiş ülke ÇUŞ’lerin aksine gelişmekte olan ülke ÇUŞ’leri, teknolojik ve yönetsel yeteneklerinden istifade ettikleri küresel oyuncularla ortak girişim veya orijinal ekipman üretimi gibi farklı bağlantılar kullanarak, daha sonra geleneksel olmayan yöntemlerle uluslararasılaşmak için kendi ülkelerinde yurt içi DYS’den çok faydalandılar. Örneğin, Türk ÇUŞ’ler (Sabancı ve Koç Grupları gibi), riskleri azaltmak ve yabancı ortaklarının üstün teknolojik ve yönetsel teknik bilgilerine erişebilmek için başlangıç stratejileri olarak uzun süre boyunca ortak girişim ve orijinal malzeme üreticisiyle çalıştılar. Deneyimsel öğrenme ve ortak girişimlerinde kendi AR-GE’lerini geliştirmelerini takiben Türk ÇUŞ’ler, yabancı ortaklarını satın alarak nihai tam mülkiyeti tercih etmektedirler. Bu sadece yurt dışı ortak girişimlerde değil, aynı zamanda DuPont ile olan yurt içi ortak girişimlerini bu alana atlama tahtası olarak kullanan ve yakın zamanda tek mülkiyetli bir girişim hâline gelen büyük Türk holdinglerinin yurt içi ortak girişimlerinde de görülür. Diğer örnekler olarak Türkiye’nin en büyük holdingi olan Koç’un Alman Grundig şirketini satın alması, ayrıca beyaz eşya üreticileri olan Blomberg, Elektra Bregenz, Leisure, Flavel, Defy, Arctic ve Dawlance’ı da bünyesine dâhil etmesi; Eczacıbaşı Holdingin yüksek prestijli Villeroy&Boch’un fayans bölümünü satın alması veya Ülker’in 850 milyon dolara Godiva Chocolatier’i şirket çatısı altına alması gösterilebilir. Gelişmekte olan ülke ÇUŞ’leri, gelişmekte olan ülke hükümetleri tarafından teklif edilen tercihli uygulamayı güvence altına almak ve gelişmiş ülke pazarlarındaki ticaret bariyerlerini atlatmak için yüksek kaynak yoluyla uluslararası genişlemeyi kullanırlar. Bazı Türk tekstil ve giyim şirketleri, tercihli mali ve mali olmayan uygulamaları kazanmak için Mısır’a ve ABD’ye ihracı artırmak adına geçit olarak Ürdün’e yatırım yapmaktadırlar. Ancak gelişmekte olan ülke ÇUŞ’leri için en önemli hususun, yurt dışı yatırımlarında özel kaynak mülkiyeti seçimi öncesinde, mümkün olan en fazla faktöre zaman ve para yatırmak olduğu unutulmamalıdır. Bazı durumlarda yanlış seçimler, yatırım yapan firmanın hayatta kalma durumunu tehdit eder. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerin yatırımcıları, kendi durumlarıyla en çok ilgili olan faktörler üzerine yoğunlaşmalıdır.
Akademisyen
Prof. Dr. Ekrem Tatoğlu