Tamamlandığında küresel ticaretin nabzını yeniden belirleyecek olan Kuşak ve Yol projesi, pek çok ülkenin olduğu gibi Türkiye’nin de ticaret stratejilerinin gündeminde yer alıyor. Buradan yola çıkarak Türkiye-Çin İş Konseyi Başkanı Murat Kolbaşı ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Kolbaşı, söz konusu projenin yanı sıra Türkiye- Çin arasındaki ticari ilişkilerden Çin Uluslararası İthalat Fuarı’na kadar pek çok konu özelinde açıklamalarda bulundu.

21. yüzyılın en büyük kalkınma projesi olarak görülen Kuşak ve Yol projesinin genel anlamda küresel ticarete nasıl yansıyacağını düşünüyorsunuz?

Çin, bugün tüm sektörlerde dünyada alternatif bir üretici pozisyonunda yer alıyor. 1,4 milyarı aşan nüfusu ile Çin, çevre ülkelerde yapmış olduğu antlaşmalarla kendi pazarını büyütmeye çalışıyor. Böylelikle büyük pazarlara ürün satabilme kabiliyeti de gelişiyor. Bunun paralelinde Çin, son dönemde teknoloji alanında alınan mesafe ile ürün kapasitesini de günden güne artırıyor. Aslına bakarsanız bahsettiğim bu hususlar, ülkenin kaliteli ürün istihsalindeki gelişimini de ortaya koyuyor. Ürettiği bu ürünler için pazar ihtiyacını karşılamak, lojistik maliyetlerini minimize etmek ve pazara yakın yerlerde üretim yapabilmek adına Çin, batıya doğru altı koldan bir açılım gerçekleştirdi. Bu açılımı, tarihî İpek Yolu’nun farklı güzergâhlar da dâhil edilerek genişletilmiş hâli olarak nitelendirebiliriz. Tarihî İpek Yolu, sadece kara üzerinden bağlantılara sahipken günümüzde gelişen ulaşım imkânlarıyla birlikte deniz taşımacılığı da söz konusu transit geçide dâhil edildi. Çin’de üretilen bir ürün Pakistan üzerinden Gwadar Limanı’na ulaşarak oradan Mısır’a götürülüyor. Çin böylelikle Mısır’da kurulan bir merkez üzerinden bütün Kuzey Afrika’yı pazar hâline getiriyor. Öte yandan Cibuti üzerinden de Orta ve Aşağı Afrika’ya ulaşıyor. Ayrıca kuzeyden, Rusya üzerinden direkt Rotterdam’a yani Kuzey Avrupa’ya ulaşmış oluyor. Orta koridor olarak adlandırılan yerden ise Türkiye üzerinden Avrupa pazarına girmeye çalışıyor. Aynı zamanda Avusturalya’ya ve Endonezya’ya inen yollar da mevcut. Çin, ihraç edilecek ürünlerin gümrüklerden geçişinin dünya ticaretinde ciddi bir dar boğaza neden olması konusuna da bir çözüm sunuyor. İhraç edilecek ürünler yol boyunca kaç tane gümrük geçecekse oradaki hareketi, dijitalleşmeyle hızlandırıyor. Konteynerlere yerleştirilen bazı çipler sayesinde tırların limana girişleri bir dakikanın altına düşüyor. Özetlemek gerekirse Çin, bu proje sayesinde hem ürününü hem teknolojik altyapısını satacak hem de hedef pazarlara yaklaşmış olacak.

Türkiye, bu konuda nasıl bir yol izlemeli?

Türkiye, öncelikle bu konu hakkında stratejik olarak nasıl bir pozisyon alması gerektiğine net bir şekilde karar vermeli. Türkiye’nin menfaatlerini göz önünde bulundurarak ileride rakip olacağı pazarlarla ilgili kendini koruma altına alması gerekiyor. Bu da demek oluyor ki bazı yerlerde ve sektörlerde Türkiye ve Çin arasında iş birlikleri yapılmalı. Öte yandan Türkiye, bu proje sayesinde çeşitli ulaştırma yöntemleriyle farklı coğrafyalara giden ulaşım araçlarına ürün yükleyebilir. Aynı zamanda Çinli marka ve firmalarla birlikte stratejik hamleler yaparak onların Avrupa’da konumlanmalarında söz sahibi olabilir. Daha geniş çerçeveden bakıldığında Türkiye ile Asya-Pasifik bölgesi arasındaki ticaret hacminin yaklaşık 60 milyar dolar olduğunu görüyoruz. İthalatımız ile ihracatımız arasındaki fark ise 40 milyar dolar. Bu da gösteriyor ki toplam dış ticaret hacmimizin açığı olan 100 milyar doların neredeyse yarısı oradan geliyor. Bu nedenle Asya-Pasifik çok kıymetli. Amerika gibi Pazar kurgusunun oturduğu bir yere odaklanmak daha fazla çaba harcamayı gerektirirken Asya-Pasifik pazarının yeniden yapılanıyor olması bizim için avantaj, oraya daha fazla yoğunlaşmak lazım.

İlki geçen yıl gerçekleştirilen Çin Uluslararası İthalat Fuarı’nın Türk firmaları için nasıl geçtiğini düşünüyorsunuz ve bu yılki fuarın iki ülke ticaretine nasıl bir katkı sunmasını bekliyorsunuz?

Türkiye’den söz konusu fuara geçtiğimiz yıl, 750 metrekarelik bir alanda 38 firma ile katıldık. Katılımcı sayımızla ilk 25 ülke arasında yer aldık. İlk sıralarda Kore, Alman ve Japon firmaları yer alıyordu. Hâlihazırda Çin’in bu ülkelerle ticari ilişkileri çok fazla; ancak Türkiye ile Çin arasında aynı durum söz konusu değil. Bu bakış açısı ile ben Türkiye’nin fuara 38 firma ile katılımını iyi olarak değerlendiriyorum. Bu sene ise fuar için Ticaret Bakanımız Sayın Ruhsar Pekcan’ın da destekleri ile 4 bin metrekarelik bir yer talebimiz oldu. Bu alanı doldurmak adına kamudan destek bekliyoruz. Aynı zamanda kamu yönü kuvvetli firmaların da bu fuarda mutlaka yer alması gerektiğine inanıyorum. Önümüzdeki fuarın, bir önceki seneye göre daha verimli geçeceği kanaatindeyim. İhracat düşünen her Türk firmasına bu fuarı mutlaka öneriyorum. Öte yandan Çin’de düzenlenen muhtelif sektörel fuarlara da katılım önemli. Çin’deki birçok fuarda yer alan firmaların önümüzdeki süreçte gerekli belgelerle izinleri daha kolay alabileceğini, gümrükten geçişlerinin de daha rahat olacağını düşünüyorum.

Çin’de ticaret yapmak isteyen Türk firmalarına ne tavsiye edersiniz?

Türkiye, 1996 yılından sonra fasonculuktan markaya döndü. Her ne kadar Turquality kapsamında olan markaların kimi beğeniliyor kimileri beğenilmiyor olsa da 10 farklı sektörde 10 Türk firmasının ilk 10’da olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Türk firmalarının artık kendi markalarıyla dünya pazarlarında boy göstermesi gerekiyor. 33 eyalete sahip olan Çin’de, 160 tane nüfusu 1 milyonun üzerinde şehir yer alıyor. Ben Türk firmalarına bu şehirlerden birkaçına odaklanarak belirleyecekleri birkaç pazarda kendi markalarıyla iş yapmalarını tavsiye ediyorum.

Türkiye-Çin İş Konseyi ile ilgili neler söyleyeceksiniz?

Türkiye-Çin İş Konseyi olarak biz, iki ülke arasındaki ilişkiye katma değer sağlamaya gayret ediyoruz ve gerçekleştirdiğimiz her çalışmamıza bu perspektifle yaklaşıyoruz. Türkiye-Çin İş Konseyi’nde Türkiye’nin çok önemli 60 firması mevcut ve bunların her birinin Çin’le ilgili ciddi tecrübeleri var. Biz bu tecrübeleri, üyelerimiz başta olmak üzere Çin’le iş yapmak isteyen tüm Türk firmalarıyla paylaşmak istiyoruz. Bu bağlamda da pek çok çalışmaya imza attık. Birkaç tane örnek vermek gerekirse Çin’de iş yapmak isteyen Türk firmalarına rehber niteliğinde bir kitapçık hazırladık ve Ticaret Bakanlığımızın onayına sunduk. Şu an Kuşak ve Yol projesinin

Türkiye’ye olan negatif ve pozitif etkilerini ölçmeye çalışıyoruz. Çünkü bu durumun bir rekabet ortamı doğurduğunun farkındayız; geride durmak sonucu değiştirmiyor. Muhakkak bir dalgalanma yaşanacak ve biz o dalga ile yükselmeyi amaçlıyoruz. Gelen dalgayı kullanıp üstüne çıkmak mesele, ancak onun altında kalırsan bambaşka bir hikâye başlıyor. Biz de Türkiye olarak bu dalganın üzerine nasıl çıkarız, ona bakmalıyız. Son olarak Pekin Büyükelçimiz Abdülkadir Emin Önen’in bir sözünü vurgulamak istiyorum. Kendisi diyor ki: “Uzak Doğu’daki ‘uzak’ kelimesini çıkarmalıyız. Doğuyu önce zihinlerde yakınlaştıralım.” Buradan yola çıkarak şunları söyleyebilirim: Bugün Şangay’a ya da Hong Kong’a 9 ila 14 saat gibi bir zaman diliminde ulaşmak mümkünken neden oralar için “uzak” ifadesini kullanalım? Kaliforniya’ya 13-14 saatte uçabiliyorken orayı “Uzak Batı” olarak ifade etmiyoruz. “Uzak” ifadesinin kaldırılması gibi bariyer kırıcı bir vurgu yaparak sözlerime son vermek istiyorum.

 

Mustafa Özkan