Vize Duvarı: Türkiye-AB Arasında Aşılması Gereken Bir Engel
Belirsizliğin bu denli arttığı dönemde, Türkiye’nin ekonomik ve güvenlik açısından tarihsel olarak yakın, fakat dalgalı ilişkiler sürdürdüğü Avrupa ile en azından vize kolaylığı konusunda acil bir çözüm bulunması, her iki taraf için de kaçınılmaz stratejik bir gereklilik haline gelmiştir
Almanya Federal Cumhuriyeti 9 Temmuz 1980’de sınırlardan giriş yapan Türklerin sayısının olağanüstü artışı ve iltica talepleri nedeniyle Avrupa Konseyi üyesi ülkeler arasında geçerli olan Kişilerin Serbest Dolaşımına ilişkin 1957 tarihli anlaşmayı askıya aldığını Avrupa Konseyi’ne resmî olarak bildirmiş ve durumu üç yılın ardından tekrar değerlendireceğini açıklamıştır. Fransa aynı yıl benzer bir adım atarak vize uygulamasını yeniden yürürlüğe koymuş, ardından diğer Avrupa ülkeleri de aynı yolu izlemiştir. Son olarak, 2001 yılında Türkiye’nin vizeye tabi üçüncü ülkeler arasına alınmasıyla bu süreç kurumsallaşmıştır.
1980’lerde güvenlik tehdidi gerekçesiyle başlatılan vize uygulaması, 11 Eylül sonrasında küresel güvenlik endişeleriyle daha da katılaşmış ve 2000’li yıllarda ağırlıklı olarak göç olgusu ile ilişkilendirilmiştir. 2010’larda Arap ayaklanmaları nedeniyle artan göç, göçün güvenlik kaygıları ile ele alınması ve Türkiye’nin hem göç veren hem de transit ülke konumunda olması, soruna çözüm bulunmasını daha da zorlaştırmıştır. Aslında Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın (ABAD) 2009’deki Soysal Kararı Katma Protokol’e dayanarak hizmet edimi amacıyla seyahat eden Türk vatandaşların vizeye tabi olamayacağını belirttiğinde, vize konusunda çözüm bulunabileceğine olan umutlar artmıştı. Fakat, 2013’teki Demirkan kararı böyle bir hakkın olmadığını açıklayınca, umutlar kaybolmuştu. 2016 yılındaki mutabakat ile tekrar belirir gibi olmuştu.
En azından kamuoyuna yansıtılan umut buydu. Türkiye-AB ilişkilerinin dengesini bozacağı ilk günden belli olan bu mutabakat, az sayıda entelektüelin itirazına rağmen çoğunluk tarafından Avrupa ile ilişkileri canlandıracağı umuduyla karşılanmıştır. “Haziran 2016’da vizeler kalkıyor” gibi gazete manşetleri ile duyurulan bu mutabakat sonrasında, maalesef vize başvuru süreçlerinin giderek kötüleştiğini gözlemlemekteyiz. Vize sorunları, Türkiye ile Avrupa’nın karşılıklı olarak birbirinden uzaklaşmasına neden olduğu gibi, Türkiye’de Avrupa karşıtlığını, Avrupa’da ise Türkiye karşıtlığını da pekiştirmektedir. Avrupa ile ilişkiler tarihsel olarak önemini korumuş ve her dönem Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin öncelikleri arasında yer almıştır. Ticari bağların devam ettiği ve her iki tarafın da ilişkileri tamamen koparmak istemediği bir ortamda, Türkler masada olmadan Avrupa’da Türkiye’nin, Avrupalılar olmadan ise Türkiye’de Avrupa’nın tartışılması, iletişim açısından büyük bir engel olarak karşımıza çıkmaktadır.
1990’lardan itibaren hayatımıza giren ticari diplomasi, günümüzde giderek daha da güçlenerek ülkeler arası ilişkilerin önemli bir bileşeni haline gelmiş ve ekonomik menfaatlerin korunması açısından kritik bir rol oynamaktadır. Özellikle, ABD başkanlığına Trump’ın 2. kez seçilmesiyle beraber küresel çapta daha da görünür hale gelen korumacı politikalarla paralel olarak artan rekabet ihtiyacı, ticari aktörlerin hem uluslararası özel sektörle ilişkileri hem de uluslararası kurumlara etkileri bakımından önemlidir. İş dünyasının ihtiyaçları, ulusal hedefler ve dış politikanın uyum içinde yürütülmesi gereklidir. Ülkelerin geleneksel ve ticari diplomasiyi bu çerçevede birlikte ele alması, küresel siyasi, kültürel, ekonomik ve sosyal alanlardaki konumlarını güçlendirmeleri için vazgeçilmez bir unsurdur. Bunun için de toplumlararası etkileşimi artırmak gereklidir.
Bunu sağlamak için daha özgürce seyahat edebilmek gerekirken, şu anda iş insanları, öğrenciler, akademisyenler gibi toplumun çeşitli kesimlerinin Schengen vizesi almakta yaşadıkları sorunlar katlanarak devam etmektedir. 2016’da vize liberalizasyonundan söz edilirken, şu anda gelinen noktada iş insanları, öğrenciler ve akademisyenler başta olmak üzere çeşitli sektörlere vize kolaylığı uygulanması dile getirilmektedir. Tüm bu tartışmalar, Gümrük Birliği’nin modernizasyonu kapsamında da gündeme gelmektedir; ancak bu süreç, Avrupa-Türkiye ilişkilerini doğrudan etkileyen ve ayrıca ele alınması gereken önemli bir zorluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Unutulmaması gereken diğer mesele de vize alma sürecinin, yüz milyonlarca liranın harcandığı büyük bir sektör haline gelmiş olmasıdır. Eskiden konsolosluklar ve büyükelçilikler aracılığıyla yapılan başvurular, şu an sadece aracı kurumlar tarafından yürütülmektedir.
Ayrıca vize başvuruları için hizmet sunan seyahat acentaları mevcuttur. Elçilik ve konsolosluk yetkilileri ile görüşüldüğünde bu acentalara başvurulmaması, bireysel olarak doğrudan aracı kurumlar vasıtasıyla başvuruların yapılması tavsiye edilse de bu acentalar toplumun her kesimi tarafından tercih edilmeye devam edilmekte, ek masraflar çıkartmakta ve randevu almak için beklenen sürelerin daha da uzamasına sebep olmaktadır.
Uluslararası arenada vizeler siyasi bir araç olarak da ülkeler tarafından kullanılmakta, dolaylı bir yaptırım aracı haline dönüşebilmektedir. Her ne kadar Avrupalı karar alıcılarla bu konu konuşulduğunda istatistiki olarak vizelerde görülen ret oranlarında yıllar içinde bir fark olmadığı, başvurularda yaşanan gecikmelerin, randevu almakta yaşanan sorunların başvuru sayılarındaki artış olduğu yönündeki cevaplar elitler seviyesinde de kamuoyu nezdinde de çok inandırıcı bulunmamaktadır. Uluslararası ilişkilerde, ülkeler ve toplumlar arasında boşluk oluştuğunda başka aktörler tarafından doldurulması kaçınılmazdır.
Avrupa ile ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasi ilişkilerde yaşanan tıkanıklıklar ve toplumlar arası etkileşimin zayıflaması, günümüzün artan rekabet ortamında daha da belirgin hale gelmektedir. II. Dünya Savaşı sonrası kurulan liberal dünya düzeninin sorgulandığı ve uluslararası kurumların işlevselliğinin tartışıldığı bu dönemde hem devletler hem de devlet dışı aktörler için yeni ortaklıklar ve ilişki modelleri geliştirme olanakları doğmaktadır. Ancak, belirsizliğin bu denli arttığı dönemde, Türkiye’nin ekonomik ve güvenlik açısından tarihsel olarak yakın, fakat dalgalı ilişkiler sürdürdüğü Avrupa ile en azından vize kolaylığı konusunda acil bir çözüm bulunması, her iki taraf için de kaçınılmaz stratejik bir gereklilik haline gelmiştir.