Türkiye-Amerika İş Konseyleri Koordinatör Başkanı Bahadır Balkır, Türkiye ile Latin Amerika ilişkileri ve Pasifik İttifakı’na yönelik sorularımızı yanıtladı.

DEİK Türkiye-Amerika İş Konseyleri Koordinatör Başkanı Bahadır Balkır ile Latin Amerika’yı ve bölgenin en güçlü çoklu mekanizması olan Pasifik İttifakı’nı konuştuk. Kıtadaki tecrübelerine de değinen Balkır, Latin Amerika’nın Türk iş dünyası için yeni ve heyecan verici olduğu kadar birçok fırsatı da beraberinde getirecek büyük bir pazar olduğunu belirtti.

Türkiye’nin Latin Amerika ülkeleri ile olan ticari ilişkileri, hâlâ istenen seviyede olmasa da son yıllarda hızla gelişme kaydediyor. Geçmişten günümüze Türkiye’nin kıta ile ilişkileri nasıl gelişti?

Türkiye’nin Latin Amerika ile ilişkileri 19’uncu yüzyıla kadar uzanmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı topraklarından Latin Amerika’ya bir göç dalgası oluşmuştur. Çoğunluğu Arap olan bu göçmenler, Osmanlı pasaportu taşıdıkları için bölgede “Los Turcos” olarak anılmıştır. Osmanlı Devleti ile Latin Amerika diplomatik ilişkileri de aynı dönemde başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğunda bölgede ilk olarak Şili tarafından 1926’da tanınmıştır.

Cumhuriyet tarihinde, Latin Amerika ile olan ilişkilerde üç önemli mihenk taşı vardır. Bunlardan ilki; Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 1995 yılında gerçekleştirdiği Arjantin, Brezilya ve Şili ziyaretleridir. İkincisi, 1998’de “Latin Amerika ve Karayipler Eylem Planı”nın uygulamaya konulmasıdır. Son dönüm noktası ise 2006’nın, dönemin T.C. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül tarafından Türkiye’de “Latin Amerika ve Karayipler Yılı” olarak ilan edilmesidir. Bu girişimlerin etkisiyle Latin Amerika ve Türkiye ilişkileri hareketlilik kazanmıştır.

Bölge ülkeleri ile aramızdaki ikili ziyaretler, özellikle son beş yılda ivme kazanmıştır. T.C. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2010’da Başbakan sıfatıyla Brezilya’ya gitmiş ve iki ülke arasında “Stratejik Ortaklık Eylem Planı” imzalanmıştır. 2011’de dönemin Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff’in Türkiye’ye yaptığı ziyaretinde ise “Türkiye-Brezilya: Dinamik Bir Ortaklık için Stratejik Perspektif” başlıklı ortak bir bildiri kabul edilerek ilişkilerimiz stratejik bir seviyeye taşınmıştır. Aynı yıl, Arjantin Devlet Başkanı Cristina Fernandez de Kirchner de Türkiye’ye gelmiştir. 2012’de ise dönemin Şili Devlet Başkanı Sebastian Pinera ve Kolombiya Devlet Başkanı Juan Manuel Santos ülkemize ziyaret gerçekleştirmiştir.

2013’te Meksika Devlet Başkanı Enrique Pena Nieto’nun ülkemize gelmesi sırasında imzalanan “Türkiye-Meksika 21. Yüzyıl için Stratejik İşbirliği ve Ortaklık Çerçevesi” isimli bildiriyle Meksika, bölgede ilişkilerimizi stratejik seviyeye taşıdığımız ikinci ülke olmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Şubat 2015’te iş insanlarından oluşan bir heyetle beraber Küba, Kolombiya ve Meksika’yı içeren bir bölge ziyareti gerçekleştirmiştir. Bu, 20 yıl aradan sonra Türkiye’nin Cumhurbaşkanı düzeyinde bölgeye gerçekleştirdiği ilk
ziyaret olmuştur. Son olarak da Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ocak 2016’da Şili, Peru ve Ekvador’a resmî bir ziyarette
bulunmuştur.

Latin Amerika’nın küresel ticaretteki önem  doğrultusunda bugün gelinen noktada Türkiye’nin kıta ülkeleri ile ilişkilerini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2015, 2016 ve 2018’de bölgeye gerçekleştirdiği ziyaretlerle birlikte Latin Amerika ve Türkiye daha önce olmadığı kadar yakınlaştı. Yüksek seviyeli siyasi ziyaretlerin düzenli olarak gerçekleşmesi, karşılıklı ticaretin artmasını ve kültürel ilişkilerin yavaş ama sürekli ilerlemesini sağladı. Türkiye’nin Latin Amerika’ya olan ilgisi, esasen daha geniş bir stratejinin parçası. Zira Türkiye, küresel bir aktör olmayı hedeflediği için siyasi ve ticari ortaklarını çeşitlendirmeye çalışıyor. Ancak Türkiye son 10 yılda Latin Amerika’da her ne kadar önemli ilerlemeler kaydetmiş olsa da somut sonuçların, henüz siyasi liderlerin isteğinden uzakta kaldığını söyleyebiliriz.

Çok kutuplu olan yeni küresel sistemde Latin Amerika, ulus üstü bir kimlik kazanmaya devam ediyor. Global arenada ulusal kimliklerini destekleyen liderleri ile bölge, Kuzey siyasetinin küresel hegemonyasına meydan okuyor. Son 10 yılda, bölgenin ekonomik ivme kazanmasının yanı sıra politik gelişmeler Latin Amerika’yı uluslararası ilişkilerin odak noktası hâline getirdi. Ekonomik boyuta ek olarak Latin Amerika’da Amerikan Devletleri Örgütü (OAS) ve Karayip Devletleri Birliği (ACS) gibi bölgesel siyasi hareketler de mevcut. Ayrıca bölge, demokratikleşme sürecinde büyük ilerleme gösterdi. Tüm bu faktörler, jeopolitik önemini artırması adına Türkiye’nin Güney Amerika ile aktif bir diyalog kurmasını zorunlu kılıyor. Dolayısıyla uluslararası sistemlerin Kuzey Amerika hegemonyası altında sıkıntı yaşadığı bir dönemde Latin Amerika ile Türkiye arasındaki ilişkilerin, yeni dünya düzeni için farklı ve liberal bir anlayış getireceği kanaatindeyim.

Pasifik İttifakı; sahip olduğu yüksek iş potansiyeli, coğrafi avantajları ve yaklaşık 2 trilyon dolarlık ticaret hacmiyle bölgesinin en güçlü oyuncusu konumunda. Söz konusu birliğin üye ülkelere sunduğu ticari olanaklardan bahseder misiniz?

Pasifik İttifakı’nın temel amaçlarını, daha fazla büyümeyi teşvik eden bir alan yaratıp kalkınmayı ve rekabet gücünü artırarak ekonomik bir yükselişe katkıda bulunmak ve uluslararası arenada etkinlik sağlayabilecek pazarlar oluşturmak teşkil ediyor. Bu mekanizmanın hayata geçirilmesini sağlayan motivasyonlar, aynı zamanda İttifak ülkelerinin kalkınmasına katkıda bulunan başlıca faktörleri oluşturuyor. İttifak mensubu ülkeler, bu entegrasyon mekanizmasını mümkün kılan önemli ortak vizyonlara ve özelliklere sahip. Her şeyden önce üyeler, hukukun üstünlüğü ve bunlara tekabül eden anayasal düzen tarafından yönetilen demokrasilerden meydana geliyor. Bu ülkeler, benzer ekonomik politikaları paylaşarak birbirleriyle serbest ticaret anlaşmaları yapıyor. İttifak üyelerinin, birbirleriyle olan iş birliğini güçlendirmeye ve örgütün dünyanın geri kalanıyla bütünleşmesine yönelik üç ana hedefi var. Bunların ilki; malların, hizmetlerin, sermayelerin ve insanların serbest dolaşımı için derin entegrasyon alanı oluşturmak ve birlikte ortak bir fikir birliğine varmak. İkincisi; sosyoekonomik eşitsizliğin üstesinden gelmek ve birlik çatısı altında bulunan halkların sosyal katılımını sağlamak amacıyla üye ülke ekonomilerinin daha büyük bir büyüme ve gelişme katederek rekabet gücünün artırılması. İttifak’ın aynı zamanda hareket noktasını oluşturan üçüncü hedefini ise ekonomik ve ticari bütünlük için bir platform görevi üstlenmesi oluşturuyor.

Latin Amerika ve özellikle Pasifik İttifakı ülkelerinde iş veya yatırım yapmayı planlayan Türk iş insanları sizce kıtada hangi sektörleri öncelemeli?

Güney Amerika ülkelerine baktığımızda en büyük ekonomilerin başında Brezilya ve Arjantin gelirken iş yapma açısından Şili ön plana çıkıyor. Şili, Latin Amerika ülkeleri arasında Türkiye ile Serbest Ticaret Anlaşması olan tek ülke. Ülkede geniş çaplı bir sanayi üretiminin olmaması; otomotiv sektörünün yanı sıra makine, demir-çelik, elektrik-elektronik, tekstil, hazır giyim ve inşaat malzemeleri gibi diğer sektörlerde de ülkeyi ithalata bağımlı kılıyor. Ayrıca Peru da altyapı yatırım planları nedeniyle önemli bir ticaret ve yatırım destinasyonu olarak karşımıza çıkıyor. Bunun yanı sıra bölgedeki birçok ülke, maden ve makine alanında da inovasyon ihtiyacı içerisinde. Latin Amerika’da bu gibi birçok ülke örneği sayabileceğimiz bir yana, tüm bölgeye tekstil, hazır giyim ve gıda başta olmak üzere ihraç edebileceğimiz sayısız ürün ve hizmet bulunuyor.

Ben bir dönem Şili’de yaşadım. Güney Amerika’daki birçok ülkede bulundum ve oralarda ticari faaliyet gerçekleştirdim. Bu coğrafyayı iyi bilen ve yakından tanıyan biri olarak diyebilirim ki kıta halkının Türk insanıyla benzer birçok yönü var. Birbirimizi daha yakından tanıdıkça hem iş ve siyasi ilişkilerimizi geliştirebiliriz hem de tüm dünyadaki temsilcilerimizin sayısını artırmış oluruz. Tüm bunlardan hareketle Latin Amerika’nın Türk iş dünyası için yeni ve heyecan verici olduğu kadar birçok fırsatı da beraberinde
getirecek büyük bir pazar olduğunu söyleyebilirim.