Yeni Zelanda Christchurch Katliamı, İslamofobinin Ekosistemi ve Retoriği
Türkiye’ye göre dünyanın diğer ucunda bulunan Yeni Zelanda’nın normalde sakin bir şehri olan Christchurch’te 15 Mart Cuma günü yaşanan Müslüman katliamı, bir anda dünyanın bütün dikkatinin bu bölgeye çevrilmesine neden oldu. Cuma namazını eda eden Müslümanlara yönelik bir katliam gerçekleştiren 28 yaşındaki Brenton Tarrant adlı katil, El Nur Camisi’nde ibadet eden 50 kişinin hayatına son verdi, bir o kadarını da yaraladı. Bu katliamın aslında; Yeni Zelanda düzleminden ziyade küresel bir İslam nefreti ekosisteminin parçası olduğu, bunun bilhassa Batı ülkelerinde güçlenmeye devam ettiği ve devletlerin bu konuda yeterli ve etkili tedbir almaktan imtina ettikleri görülüyor. Christchurch canisinin Büyük Yer Değişimi (Great Replacement) başlıklı “manifestosu” ve cinayet silahlarının üzerindeki yazılar, hemen akıllara Norveç’te 2011 yılında 77 kişiyi katleden Anders Breivik’i getirdi. Breivik, 77 kişiyi katlederken Müslüman olup olmadıklarına bakmış olmasa da Tarrant gibi bir manifesto yayınlayarak, “gelmekte olan İslam tehlikesini” görmedikleri ve gerekeni yapmadıkları için Hristiyan Batı’yı bir çeşit “cezalandırdığını” ifade etmişti.
İSLAMOFOBİK EKOSİSTEM
Yeni Zelanda, Norveç ve diğer benzeri yerlerde yaşanan bu olaylara bakıldığında, uzunca bir süredir endişe ile takip edilen küresel bir İslamofobi ekosisteminin son yıllarda daha da güçlenmekte ve kendi ölümcül retoriğini üretmekte olduğu görülüyor. Daha da endişe verici olan, ABD’de de gördüğümüz üzere, ülkeleri yöneten bazı siyasetçilerin açık bir şekilde bu yükselen Müslüman karşıtlığına karşı pozisyon almadıkları gibi zaman zaman siyasi popülizm uğruna, bu nefret ağının bir parçası oldukları gerçeğidir.
KOMPLO SAFSATALARI
Bahse konu korku ve nefret ekosisteminin en önemli ayaklarından biri de üretilen komplo safsataları. Örneğin, Yeni Zelanda katliamını yapan Tarrant’ın manifestosunun ana noktasının “büyük yer değişimi” (great replacement) safsatası olduğu anlaşılıyor. Buna göre, Müslümanlar göç ve yüksek doğum oranları neticesinde, Batı ülkelerinde nüfus açısından çoğunluğu teşkil edecekler ve bu durum, Batı medeniyetinin sonunu getirecek. Müslümanların, Batı ülkelerinin kurumlarına sızdığı gibi yalanlar ve komplocu yaklaşımlarla aslında Batı toplumlarında bir korku ve endişe hâli yaratmayı hedefleyen bu İslamofobik sektör; yalan, iftira, çarpıtma yollarını çok geniş ve etkin bir şekilde kullanıyor. Tarrant ve benzeri ırkçı, yabancı düşmanı, İslam karşıtı, “beyaz üstünlükçü” kişilerin; ortak bir “fikrî”havuzdan beslendikleri anlaşılıyor. Kaleme aldıkları manifestolarda temel tezi teşkil eden “yer değiştirme” safsatasının fikir babasının Fransız yazar Renaud Camus olduğu biliniyor. Camus’nun “le grand replacement” şeklinde ifade ettiği bu iddiaya göre Batı dünyası, Müslümanlar tarafından “tersine bir sömürgeleşme” sürecinde. Camus, 2014 yılında nefret suçundan ceza yemiş olsa dahi bu ceza, düşüncelerinin yayılmasına engel olamadı. Camus ve benzerleri, Batı toplumunda zaten var olan Müslüman önyargılarını da kullanarak çoğu zaman yanlış ve çarpıtılmış bu bilgileri sansasyonel bir üslupla Batı toplumuna yaymaya çalışıyor. Müslümanların, göç ve yüksek doğum hızı nedeniyle Batı’yı “işgal” edecekleri iddiası, aslında Batı toplumlarında var olan yanlış bir önyargıya dayanıyor. İpsos Mori’nin 2016 yılında yaptığı bir çalışma; Batı’da halkın, ülkelerinde bulunan Müslüman oranlarını gerçek olandan çok daha yüksek oranda tahmin ettiklerini gösteriyor. Örneğin, Pew Araştırması’na göre; 2010 yılı için Fransız halkının yüzde 7,5 civarı Müslüman iken bu oran Fransız vatandaşları tarafından yüzde 31 olarak tahmin edildi. 2020’de bu oranın yüzde 8,3’e yükseleceği bilimsel olarak hesaplanmış olmasına karşın, Fransızların 2020’de ülkelerinde yaşayan Müslüman nüfusun Fransa’nın yüzde 40’ını teşkil edeceği düşüncesi, bu önyargının ne boyutlarda olduğunu gösteriyor. Bu durum sadece Fransa değil, Almanya, İtalya ve Belçika gibi ülkeler için de geçerli.
ÖLÜMCÜL NEFRET AĞLARI
Müslümanları şeytanlaştıran komplocu safsatalar, sadece eserlerde yazılı şekilde kalmıyor. Yukarıda bahsettiğimiz Camus’nun “büyük yer değiştirme” iddiası, muhtelif yollarla popülerleştiriliyor. Örneğin, “alt-right” şeklinde ifade edilen “beyaz üstünlükçü” ve göçmen karşıtı Kanadalı Lauren Southern tarafından bu fikirler, YouTube’da “Great Replacement” başlıklı yayınlarla milyonlarca kişilik büyük bir kitleye ulaşabildi. Batı dünyasında Müslüman karşıtlığı üzerine kurulmuş sayısız örgüt, kurum ve kuruluş bulunuyor. Bu gibi kurumlar, İslami değerlerin ABD için en büyük tehdit olduğunu ileri sürerlerken daha önce bahsettiğimiz komplocu yaklaşımları da servis ediyor. 2011 Norveç katliamcısı, manifestosunda Jihad Watch web sitesini 64 kez zikretti. ABD özelinde konuşulursa, yukarıda bahsettiğimiz ve diğer bazı Müslüman karşıtlarının hükümet organlarında etkin yerlerde bulunması endişe verici.
İSLAMOFOBİDE MÜNDEMİÇ TÜRKOFOBİ
Batı dünyasında var olan İslamofobinin beslendiği tarih anlayışına bakıldığında bütün bir tarihin, “Hilal ve Salip” arasında bir mücadele olarak görülüğü ve bu nedenle de aslında İslamofobiye içkin bir Türkofobinin var olduğu aşikâr. Yeni Zelanda katliamı sonrasında Tarrant’ın yazdıkları ve katliam silahlarında yazılı olarak verilmeye çalışılan mesajlara bakıldığında, aslında İslamofobi olarak bildiğimiz Müslüman karşıtlığı ve nefretinin, tarihsel bazda Türklere yönelik olduğu anlaşılıyor. Çarpıcı olması nedeni ile katliam silahlarında yazılı olan 47 ismin çok önemli bir kısmı Osmanlı Türk tarihini hedef alıyor. Silahlarda yazılı Dimitri Senyavin, Serban Cantacuzino, Stefan Lazareviç, Edward Codringon, Prens Fruzhin, Iosif Gurko ve John Hunyadi gibi tarihî adlar, doğrudan doğruya Osmanlı Devleti’ne karşı mücadele etmiş kişilerdir. Ayrıca, 1683 Viyana Kuşatması’nın özel bir şekilde bu tür manifestolarda yer alması da dikkat çekicidir. Örneğin, Batı’nın “çokkültürcülük” gibi “masallarla” Müslümanlara teslim olduğunu düşünen Norveçli katliamcı Breivik; ırkçılar, Müslüman karşıtları, “beyaz üstünlükçüler” ve yabancı düşmanları arasında popüler olmaya başlayan 2083 Avrupa Bağımsızlığının Deklarasyonu başlıklı manifestosundaki 2083, 1683’e nazire yapılarak bahsedilen tarihten 400 yıl sonraki “kurtuluş” tan bahsediyor.
Prof. Dr. Ali Resul Usul