Yükselen Güç Afrika
Afrika’nın çeşitli alanlarda duyduğu makro ihtiyaçlar ve kıta üzerinde artan rekabet, burada faaliyet gösteren aktörlerin üçüncü ülkelerle iş birliği yapma arayışlarını gündeme getiriyor
Günümüzde Afrika kıtası üzerinde kızışan rekabet çeşitli vesilelerle kendini göstermektedir. Kıtanın sahip olduğu yer altı ve yer üstü kaynaklarının küresel aktörlerin enerji ve üretim ihtiyaçları için taşıdığı stratejik değer giderek artarken kıtanın barındırdığı nüfus da ihracat pazarı açısından son derece bakir görülmektedir. Bilindiği gibi Afrika kıtası altın, elmas, demir ve bakır gibi önemli maden rezervlerinin yanında kakao, vanilya, kahve ve pamuk gibi endüstriyel tarımsal ürün çeşitliliğine de sahiptir. Bu nedenle kıta, küresel şirketlerin ham madde temin ettiği yerlerin başında gelmektedir. Son yıllarda doğal gaz ve petrol keşiflerinde gerçekleşen artış da kıtanın enerji alanındaki stratejik değerini artırmıştır. Daha düne kadar alım gücü zayıflığı nedeniyle pazar değeri fazla önemsenmeyen Afrika kıtası, artık küresel şirketlerin pazarlama departmanlarınca da dikkatli bir şekilde analiz edilmektedir. Bugün ise Afrikalıların alım gücünün henüz dünya ortalamasının altında olduğu kabul edilmekle birlikte 1.3 milyar insanın belli bir oranda alım gücünün olduğu ve bunun her geçen gün biraz daha arttığı kabul edilmektedir. Bu nedenle Vijay Mahajan gibi pazarlama guruları, Afrika pazarının yapısını ve barındırdığı potansiyeli çözümlemeye çalışmaktadır. Afrika kıtası, henüz yoksulluk ve kalkınma gibi köklü sorunları çözebilmiş değil. Ayrıca kıtanın global üretim ve ticaret hacmi içindeki payı da hâlâ düşük seyretmektedir. Ancak kıtanın büyük bir dönüşüm içinde olduğu gerçeği de gözden kaçırılmamalıdır. Son yıllarda iyice görünür hâle gelen birtakım eğilimler, Afrika kıtasının küresel boyuttaki ağırlığını hem ekonomide hem de siyasette giderek artıracağının ipuçlarını vermektedir. Bu nedenle kıta ile dışarıdan ilişki kuran Türkiye gibi aktörlerin, bu dönüşümün temel dinamiklerini iyi algılaması gerekmektedir. Afrika’da kalıcı olmanın yolu ise oluşturulacak strateji ve yol haritalarının, kıta ülkelerinin beklenti ve ihtiyaçlarını karşılamasından geçmektedir. Yakın geçmişe kadar Afrika’da neredeyse her alanda söz sahibi olan Avrupalı güçlerin bugün bu konumu sürdürmekte zorlandığı görülürken düne kadar kıtada etkisi olmayan Çin, günümüzde Afrika ile olan ilişkilerini yeni bir konuma taşımıştır.
DEMOGRAFIK AĞIRLIK AFRIKA’YA KAYIYOR
2002-2015 arası döneme “Yükselen Afrika” ifadesi damgasını vurdu. Kıta ülkelerinin kaydettiği yüksek büyüme rakamları doğrultusunda şekillenen bu anlatım her ne kadar 2015 sonrası yaşanan durgunluk nedeniyle şüpheli hâle gelse de Afrika ekonomisi büyüme eğilimini devam ettirmektedir. Elbette ülkeler arasında ekonomik performans bakımından bazı farklılıklar vuku bulmaktadır. Gelir dağılımındaki eşitsizliğe rağmen bu kıtanın eriştiği millî hasıla ekonomik durum bakımından pozitif bir etkenken bu durumu baskılayan en önemli hadise ise demografide yaşanan muazzam genişlemedir.
Genç ve dinamik özelliklere sahip olan Afrika kıtasında, dünya ortalamasının çok üstünde bir nufüs artışı gerçekleşmektedir. Bu doğrultuda hâlihazırda 1.3 milyar olan kıta nüfusunun 2050 yılında 2.5 milyara, yüzyılın sonunda ise 4.5 milyara dayanması beklenmektedir. Bu nedenle dünyanın demografik ağırlık noktasının da Asya’dan Afrika’ya doğru kayma eğiliminde olduğu görülmektedir. Afrika’nın yüzyılın yeni demografik gücü hâline gelmesi beklenirken bu durum aynı zamanda durmadan genişleyen bir pazar anlamı da taşımaktadır. Ayrıca istatistikler, Afrikalıların küresel iş gücü piyasasında tuttuğu yerin giderek genişlediğine işaret etmektedir. Öyle ki bu oranın ilerleyen yıllarda yüzde 47’lere kadar çıkacağı öngörülmektedir. Ayrıca kıtada alım gücüne sahip orta sınıf da genişlemektedir. Hindistan ve Çin gibi nüfusa dayalı kalkınma sağlayan ülkelerin modelini, Avrupa Birliği modeli ile birleştirme yoluna giren Afrika ülkeleri; 2018 yılından itibaren Afrika Kıtasal Serbest Ticaret Anlaşması üzerinden ortak pazar uygulamasına geçmiştir. Resmî süreci sona eren anlaşma bu yıldan itibaren devreye girerken bu yeni durum, 1.3 milyar nüfusa sahip kıtayı tek bir pazar hâline getirmeyi ve Afrika ülkelerinin kendi aralarındaki ticaret hacmini yükseltmeyi planlamaktadır. Bir sonraki aşamada ortak para birimi kullanımı ve serbest insan dolaşımını hedefleyen yaklaşım doğrultusunda kıta yeniden şekillenmektedir. ECOWAS üyeleri ortak para birimi olarak ECO’yu kabul ederken Etiyopya ve Kenya, Afrika pasaportu taşıyanlara serbest giriş imkânı tanımaya başlamıştır. Elbette Afrika Birliği ruhunu güçlendiren bu uygulamalar, kıta ülkeleri arasında çatışma yerine dayanışma ve iş birliğini teşvik etmektedir.
KITADA KÜRESEL REKABET VE ÜÇÜNCÜ ÜLKELERLE İŞ BIRLIĞI
Öncelikli olarak belirtilmeli ki 1990’lı yılların ortalarından itibaren dünyada Afrika algısı değişmeye başladı. Bu değişimi belki de ilk fark eden aktör, kapitalist ekonomiye yeni geçiş yapan Çin oldu. Afrika ile ilişkilerine mütevazı bir başlangıç yapan Çin, yıldan yıla kıta ülkeleriyle ticaret hacmini arttırırken kıtada gerçekleştirdiği doğrudan yatırımları da hızlandırdı. Afrika’dan ham madde ihtiyacının önemli bir bölümünü karşılayan Çin, Angola ve Sudan petrollerinin en büyük alıcısı hâline geldi ve oluşturduğu imtiyazlı bölgeler vasıtasıyla ilişkilerini derinleştirdi. Çin’in temin ettiği düşük faizli krediler, Afrika ülkelerinde memnuniyetle karşılandı. Diğer yandan borçlandırma ve altyapı yatırımları karşılığında bazı değerli madenlerin işletilme hakları da elde edildi. Çin’in Afrika kıtasında elde ettiği başarı, Asya’da Çin ile rekabet hâlindeki Hindistan, Japonya, Pakistan, Güney Kore, Tayland, Endonezya ve Malezya gibi aktörleri de kıtaya çekti. Böylece Amerika ve Avrupa Birliği, bu Asyalı aktörlerin artan ağırlığı ile rekabet etmek durumunda kaldı. Bütün bu denkleme bir de Brezilya, Rusya, İsrail, İran, Türkiye ve Körfez Ülkelerinin dâhil olması, son yıllarda Afrika kıtasının büyük bir rekabet sahasına dönüşmesine sebep oldu. Bütün bu aktörler, çeşitli beklentiler doğrultusunda Afrika kıtasındaki etki ve nüfuz alanlarını genişletme arayışına dâhil oldu. Elbette bu resme Nijerya, Güney Afrika, Cezayir, Fas, Mısır ve Etiyopya gibi kıta-içi bölgesel siyasi, ekonomik ve kültürel etkileri olan önemli aktörleri de dâhil etmeyi unutmamak gerekiyor. Artan rekabet, söz konusu aktörleri aynı zamanda iş birliği arayışlarına da zorluyor. Özellikle Çin’in Kuşak ve Yol Projesi ortaya çıktıktan sonra kıtada etkisini kaybetmeye başlayan ve Çin ile rekabette zorlanan Avrupalı aktörlerin, üçüncü ülkelerle Afrika’da iş birliği yapma yaklaşımı daha fazla gündeme gelmeye başladı. Frankafon Afrika’da Fransa-Sino iş birliğinin yanında Almanya, İtalya ve İngiltere de Çin ile G2G ve B2B düzeylerinde iş birliği yapma arayışına girdi. Kamerun’da gerçekleştirilen Sanaga Nehri Hidroelektrik projesi ve Kribi Liman projelerinde Fransa-Çin iş birliği, Mozambik’te de Maputo-Katembe köprü projesinde Alman-Çin ortaklığı dikkat çekiyor. Avrupalı aktörler Afrika hakkında sahip oldukları bilgi ve birikimi Çin ile paylaşarak onun elde ettiği kazanımlara ortak olmak ve ülkenin kıtada yükselen imajından faydalanmak istiyor. Bu doğrultuda gündemde tarafların bilgi ve sermaye koyduğu ortak yatırım fonlarının oluşturulması yer alıyor. Üçüncü ülkelerle iş birliği yaklaşımı sadece kalkınma projelerinde karşımıza çıkmıyor. Aynı zamanda ülkeler arasında güvenlik, göç ve terörle mücadele gibi konularda da ortak hareket etme arayışı güçleniyor. Avrupa’ya mülteci girişini kısıtlamayı amaçlayan siyaset doğrultusunda Avrupa Birliği hemen yakınındaki Kuzey Afrika ülkeleri ile benzer bir iş birliği yapıyor. Kıtada Sahraaltı Afrika’dan mülteci akınını kesmeyi hedefleyen bu siyasetin benzeri, bilindiği gibi Suriyeli mülteci akınını önlemek için Türkiye ile de gerçekleştiriliyor. Çin ve Avrupa dışındaki farklı aktörlerde de benzer bir eğilim gözlemleniyor. Örneğin son yıllarda Kenya’da Hindistan ve Japonya arasında, Etiyopya’da ise Hindistan- Birleşik Arap Emirlikleri arasında iş birlikleri söz konusu oldu. Aktörlerin karşılıklı beklenti ve çıkarları doğrultusunda şekillenen bu iş birliği türünde taraflardan birinin Afrika hakkında bilgi ve tecrübe sahibi olması, iş yapabilme kapasitesi bulundurması, kıtadaki ilişkilerini iyi seviyede tutması ve imajının pozitif olması; projeleri başarılı bir şekilde hayata geçirebilmek için önem taşıyor.
Böyle bir yaklaşım benimsendiğinde ise karşılıklı beklentileri, taraflar arasında iyi anlaşılması ve doğabilecek anlaşmazlıkları minimuma indirecek hukuki altyapının bulunması oluşturuyor. Afrika’da güçlü bir imaja sahip olan ve 2008 yılından beri Afrika Birliği’nin stratejik ortağı konumundaki Türkiye için de Afrika’da üçüncü ülkelerle iş birliği söz konusu olabilir elbette. Henüz deneme aşamasında olan bu yaklaşım çerçevesinde Afrika ülkelerinde altyapı, kalkınma, inşaat, enerji ve güvenlik projeleri geliştirilerek Katar, Malezya, Endonezya, Japonya, Çin, Pakistan gibi ülkelerle Afrika kıtasında iş birliği ilişkileri geliştirilebilir. Örneğin 2011 yılından bu yana Türkiye’nin yatırım yaptığı, her alanda destek sağladığı ve Türkiye imajının son derece pozitif olduğu Somali, bu iş birliği türünün uygulanabileceği yerlerden biri. Üçüncü ülkelerle iş birliği yaklaşımı ele alındığında sadece kıta dışı aktörleri baz almamak gerekmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi bölgesel etkileri yüksek ve sanayileşme aşamasına girmiş kıta içi aktörler de göz önünde bulundurulmalıdır. Bu hususta Nijerya’nın Batı Afrika’da, Fas ve Cezayir’in Sahra’da, Güney Afrika’nın da kıtanın güneyinde sahip olduğu bölgesel etkinin farkına vararak bu ülkelerle iş birliğine gitmek Türkiye’ye muazzam açılımlar sağlayabilir.
Araştırmacı Serhat Orakçı