Aşağıdaki metin, bir sinema sanatçısının yaratımsal süreçte yaşadığı/yaşayabileceği içsel karmaşadan bir kesittir

“Gözlerimi kapatıp geçmişi düşündüğümde, hep o tatil aklıma geliyor. Onunla ilk ve son tatilimiz. Doğu Ekspresi treniyle gittiğimiz Kars gezisi… Oysaki ne güzeldi her şey.” Bu, bir film hikâyesinde başlangıç cümlesi olabilir. Ancak asıl soru; filmin bir cümleyle ya da kameranın kayıt tuşuna basılmasıyla mı başladığıdır. Veya sinema yapmak için eğitim almak yeterli midir? Sinema sanatçılarının ve eleştirmenlerinin bu sorulara cevabı, onların sinemaya bakış açısını ortaya koyar. Belki de sinema yapmak için kelimelerden daha fazla, görüntüleri merkeze alarak düşünmek gerekir. Sinema tam da bu yüzden, görüntülerle cümle kurma sanatıdır.

MASAL VE HİKÂYEDEN SİNEMAYA

Masal ve hikâye dinlemeyi tüm insanlık çok sever. Yazının olmadığı dönemlerde dahi efsanelerin, masalların ve destanların dilden dile dolaşması, bu söylemimizi güçlü bir şekilde temellendiriyor. Günümüzde ise sinema sayesinde birçok efsane ve masal izleyebiliyoruz. İzlemekle de kalmıyor, adeta içinde yaşıyoruz. Öyleyse söyleyebiliriz ki insanoğlu, gelişen teknolojiler sayesinde duyusal organlarıyla da deneyimleme fırsatının zirvesine ulaşıyor. “Oyunculuk nedir?” sorusuna cevap arayan teorisyenler, çıkarımlarını ekoller hâline getirerek akademi dünyasına sunmuşlar. Zira insanın varoluş yolculuğunda dahi oyunculuğun önemli bir yeri var. Bireyler, belki de içinde bulunduğu “rüyada” oyunculuk yapıyor. Kimileri bu durumun farkında, kimileriyse değil. Zaman ise bu dünyada insana verilen en önemli hazine. Durmaksızın tükenen ve bu tükenişin bilincinde olan insan, en önemli hazinesine ne kadar kıymet verebiliyor? Belleğinin geçmişinde zamanın izlerine rastlıyor; hatıraları, acıları ve travmatik anıları, zihnine kazınmış hâlde buluyor. Geçmişi unutmak istese de unutamıyor, geleceğine ilişkin hayalleri de kuramıyor. Anı yaşayamamanın verdiği ıstırap, gündelik yaşamında kendisini sessizlikle dışa vuruyor. Ölümlü olmanın verdiği bilinç, zamanın tükenişine karşı koyamamak, inançsal evreninde yok oluş düşüncesi veya öteki dünya kavramı, insanoğlunu yaratımsal meselelerin girdabına sokuyor.

ELİMİZDEN GELEN TEK ŞEY: İZ BIRAKABİLMEK

Bireylerin; ölüme, zamana ve yaşama karşı ellerinden gelen tek şey, bu evrenden geçip gittikten sonra bir iz bırakabilmek. Sanat ve iz… Peki, her sanat eseri sanatçıdan bir iz barındırır mı? Yazılacak hikâyeye veya filme kendi izimizi nasıl bırakacağız? Kentin kenar mahallesinde toz toprak arasında polisten kaçan zanlının, suçlu ya da suçsuz olduğunu sadece senarist ve yönetmen bilebilir. Zanlının/suçlunun kaderini ise film evreninde yine onlar belirler. Film hikâyeleri hep bir mesaj vermek zorunda mıdır? Sinema yapmak isteyen bir kişi muhakkak bu gibi soruları kafasında barındırır ve bu cümlelerle zihninde yeniden bir film yapmak adına tasarımlara başlar. Yıl 2051 mekân Tuz Gölü sahası ya da Orta Toros dağlarının etekleri…

Yazı: Muhammed Özçelik