İsrail-Filistin Sorunu
Orta Doğu’da neler oluyor? İsrail-Filistin ilişkileri üzerine bir değerlendirme.
İsrail, 1948’de Birleşmiş Milletler (BM) Filistin’i Taksim Planı’nın Genel Kurul tarafından kabul edilmesi ile kurulmuştur. İsrail, Filistinliler ve Arap ülkeleri arasında bugüne kadar üç savaş yaşanmıştır. Bu savaşların sonucunda kaybeden taraf Araplar olmuş ve İsrail Devleti bölgenin siyasi bir “gerçeği” hâline gelmiştir.
Filistin sorunu, İsrail’in kurulması ile başlamıştır
İsrail’in kurulmasını sağlayan 1948-1949 Savaşı, Filistinliler açısından “felaket” olarak nitelendirilmektedir. Zira BM Taksim Planı, Filistin topraklarını Filistinliler ile Yahudiler arasında 48/52 oranında taksim etmiş ve Kudüs’e uluslararası bir statü tanımıştır. Ancak Plan’ın Filistinliler ve Araplar tarafından reddedilmesinin ardından patlak veren 1948-1949 Savaşı’nda İsrail, Filistin topraklarının yüzde 78’ini ele geçirmiştir. Savaştan hemen önce İsrail Devleti kurulurken savaştan sonra Filistinlilerin elinde kalan Batı Şeria Ürdün’ün, Gazze şeridi de Mısır’ın yönetimine girmiştir.
1948-1949 Savaşı’nın Filistinliler için ortaya çıkardığı diğer “felaket” ise Filistinlilerin yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalmaları olmuştur. 700 binden fazla Filistinli, İsrail’in kontrolüne geçen topraklardan kaçmak zorunda kalmış ve mülteci durumuna düşmüştür. Bugün diasporada yaşayan 7 milyon kadar Filistinlinin nüvesini, topraklarından kaçan bu 700 bin Filistinli oluşturmaktadır.
Filistinliler için “felaket”, 1967 İsrail-Arap Savaşı’nda da devam etmiştir. Bu savaşta İsrail; Batı Şeria’yı Ürdün’den Gazze’yi ise Mısır’dan almış, böylece tarihî Filistin topraklarının tamamı İsrail’in kontrolüne geçmiştir. Günümüzde İsrail kontrol ve işgali altında; İsrail’de 2 milyon, Batı Şeria’da 2,7 milyon ve Gazze’de 1,8 milyon Filistinli yaşamaktadır.
1973 Savaşı ise Mısır ve Suriye’nin topraklarını İsrail’den geri alma ve Filistin’i kurtarma hayallerine son vermiştir. Savaşın başında Arap ülkeleri, bazı başarılar elde ediyor gibi görünse de sonuçta savaşı kaybetmiş, böylece İsrail’i askerî olarak dize getirme ümitleri sona ermiştir. Bu tarihten sonra Arap ülkelerinin İsrail’e karşı bir bütün hâlinde hareket etme politikaları da ortadan kalkmaya başlamıştır. Mısır, 1979’da barış anlaşması imzalayarak İsrail’i tanımış, buna karşılık Sina Yarımadası’nı geri almıştır. Daha sonraki dönemde 1993’te, Ürdün de İsrail’le bir barış anlaşması imzalayarak, İsrail’i tanıyan ikici Arap ülkesi olmuştur.
Oslo Anlaşmaları üzerinden geçen 26 yıla rağmen, sorun çözülememiştir
1990’lı yıllar, Filistin’in İsrail işgaline karşı mücadelesinde büyük değişikliklerin meydana geldiği bir dönemdir. 1980’lerin sonuna kadar İsrail’e karşı silahlı mücadeleyi bırakmayan Filistinliler ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), 1990’lı yılların başında yöntem değiştirmiştir. Bu durum, ABD aracılığıyla Filistin-İsrail müzakerelerinin başlamasının yolunu açmıştır. Söz konusu değişimin ilk adımı da 1990’da yapılan Madrid Orta Doğu Barış Konferansı ile atılmıştır. 1993’te imzalanan Oslo Anlaşmaları neticesinde Filistin sorununun masa başında çözümlenmesi ümidi orta çıkmıştır. Sürecin temelinde “barış karşılığı toprak” ilkesi ve “iki devletli” çözüm fikri yatmaktadır. Ancak, Filistin-İsrail görüşmelerinin üzerinden geçen 26 yıla ve Ramallah’ta kurulan geçici Filistin yönetimine rağmen, Filistin sorununun çözümü mümkün olmamıştır. Filistin-İsrail görüşmelerindeki en temel hedef; İsrail ile barış içinde yan yana yaşanacak bir Filistin Devletinin kurulmasıdır. İki devletli bu çözümden uluslararası toplumun beklentisi, İsrail’in 1967 Savaşı’nda işgal ettiği Filistin topraklarından çekilmesi ve başkenti Doğu Kudüs olacak şekilde İsrail’in tanıyacağı bir Filistin devleti kurulmasıdır. Ancak İsrail’in bu amaçtan vazgeçtiği, gerçek anlamda “iki devletli” bir çözüm yerine, Batı Şeria’da genişleme politikasına hız verdiği görülmektedir. İsrail, Batı Şeria’nın yüzde 15’ini yeni yerleşim birimleriyle ilhak etme adımları atmıştır. Bugün, Doğu Kudüs ve çevresi dâhil Batı Şeria’da 700 binin üzerinde Yahudi yerleşimci yaşamaktadır. Böylece İsrail, Batı Şeria’da yeni Yahudi yerleşim birimleri kurarak Filistin’e bırakılacak toprakların bütünlüğünü bozmuş ve “iki devletli” çözümü istemediğini açık şekilde ortaya koymuştur.
İsrail’in genişlemeci politikaları her geçen gün artmaktadır
İsrail’in genişlemeci politikalarının Benjamin Netanyahu’nun Başbakanlık görevine gelmesinden ve ülkenin aşırı dinci-milliyetçi koalisyonlarla yönetilmeye başlamasından sonra arttığı görülmektedir. Trump’ın 2016 başkanlık seçimini kazanmasından sonra ABD’nin Filistin sorununa yaklaşımında da önemli bir değişim görülmüştür. Trump döneminde Washington’un Orta Doğu politikaları, Netanyahu’nun etkisinde kalmaya başlamıştır. ABD’nin Filistinlileri hedef alan uygulamaları geçen dört yıl içinde hız kazanmış, Trump’ın Filistin sorununu çözeceği iddiasıyla hazırladığı “barış” planını açıklaması ise Filistinlilerin geniş tepkisine yol açmış; Filistinliler, bu planı kabul etmeyeceklerini açıklamışlardır. Trump, planı reddedilmesinden sonra yeni politikalar uygulamaya koymuş ve Birleşik Arap Emirlikleri ile Bahreyn gibi bazı Arap ülkelerini İsrail’i resmen tanımaya ikna yoluna giderek, Filistinlileri izole etmeye çalışmıştır. Bu ülkeleri Suudi Arabistan, Sudan, Fas veya Umman’ın takip edeceği yönündeki Washington beklentisi şu ana kadar gerçekleşmemiş, aksine söz konusu ülkelerden İsrail’i tanımadan önce Filistin sorununun hallini istedikleri yönünde açıklamalar gelmiştir.
Arap ülkeleri üzerinde İsrail’i tanımaları yönünde ağır bir Washington baskısı olduğu açıktır. Trump’ın 3 Kasım seçimlerini kazanarak dört yıl daha başkan olması durumunda bu baskının artacağı tahmin edilmektedir. Keza, bazı Arap ülkelerinin İsrail’le resmî olmayan açık ve gizli ilişkileri olduğu da bilinmektedir. İsrailli üst düzey yetkililerin Fas ve Umman’a yaptıkları ziyaretler, bu durumun bir örneğidir.
Arap dünyasının çok zor bir dönemden geçtiği, bununla birlikte İsrail’le uzlaşıya yaklaştığı bir dönemde, İsrail’in iki devletli çözümden uzaklaşması ve genişleme politikası uygulamaya başlaması büyük bir talihsizliktir. Arap perspektifinden Filistin sorununun iki devlet esası üzerinden çözümü mümkün görünmektedir. Hem Filistinliler hem de Arap ülkelerinin kalıcı ve adil bir çözüme destek vermeye her zamankinden daha fazla hazır olduğu böylesi bir dönemde barış yönünde adım atılamaması ciddi bir talihsizliktir. Başbakan Netanyahu Filistinlileri yok sayan, çözümü engelleyen, İsrail’in genişlemesini ve Filistin topraklarının ilhakını ön plana çıkartan bir tutum benimsemiştir. Trump yönetiminin de söz konusu tutumu desteklemesi, Filistin sorununun barışçıl şekilde çözümünü ve bölgedeki istikrar ile iş birliğini engellemektedir.
Emekli Büyükelçi Oğuz Çelikkol