ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Çin’e gerçekleştirdiği resmi ziyaret kapsamında Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve mevkidaşı Çin Dışişleri Bakanı Qin Gang ile 18 Haziranda bir araya geldi. Blinken, Başkan Biden’ın 2021 senesi başında göreve gelmesinden bu yana pek çok anlaşmazlık ile ilgili olarak Pekin’e ziyaret gerçekleştiren en üst düzey Amerikalı yetkili konumunda. Söz konusu ziyaret, aynı zamanda 2018 senesinden bu yana ABD tarafından yapılan en üst düzey ziyareti teşkil ediyor.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken Çin’i ziyaretini takiben, çok geçmeden ABD Hazine Bakanı Janet Yellen’den 6 Temmuz’da ikinci bir ziyaret geldi. ABD ile Çin arasında tırmanan ticaret savaşının ortasında gerçekleşen ziyaretin, dünyanın en büyük iki ekonomisi arasındaki ilişkileri yumuşatmasını hedeflediğini; Washington’ın Pekin ile üst düzey temasları sürdürmek istediğini gösteriyor. Janet Yellen, güvenlik konularının ABD-Çin ekonomik ilişkilerini etkilememesi gerektiğini söyledi. Bu ziyaretler ilişkinin normale dönmesi için umut verse de, yine de bu eski günlere dönmek gerçeklikten uzak kalmaktadır.

  • Peki ya bu ziyaret küresel bağlamda ne önem taşıyor?

Öncelikle Amerika Birleşik Devletleri ve Çin dünyanın birinci ve ikinci en büyük ekonomik güçleri durumunda olduğunu hatırlamada fayda var. Ar-Ge ve üretimin yanı sıra küresel yönetişimde oynadıkları rol, birçok açıdan oldukça önemli. Mevcut konjonktürde iki ülke arasında yaşanan mevcut kriz ve olası krizler tüm dünyayı etkisi altına almış görünüyor.

Mevcut anlaşmazlıkların soğuk çatışma alanlarında meydana gelmesine karşın iki ülkenin potansiyel sıcak çatışma alanları da bulunuyor. Bu bağlamda, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in konuşmasının siyasi kısmını süzgeçten geçirip, verisel kısmına odaklandığımızda, hem iki ülke hem de dünyanın geri kalanına yönelik potansiyel risklere dair birtakım olguları açık bir şekilde görebiliriz. Söz konusu olguların bazılarını örnek gösterecek olursak: “Her gün, ticari konteyner taşımacılığı trafiğinin yüzde ellisi Tayvan Boğazı’ndan geçiyor. Yarı iletkenlerin yüzde yetmişi Tayvan’da üretiliyor. Olası bir kriz sonucunda bu işleyişin devre dışı kalması, dünya çapındaki hemen hemen her ülke için ciddi sonuçlar doğuracaktır.”

  • Dünyanın geri kalanı ne tür sonuçlar ile karşı karşıya kalabilir?

Görüşmeler sırasında iki taraf birbirlerine ‘kırmızıçizgileri’ hakkında bilgi verdi. Daha da önemlisi, iki taraf da görüşmeleri küresel bir perspektiften yürütmesiydi. Başkan Xi Jinping, “Dünyamız, Çin ve ABD’nin karşılıklı gelişimini ve ortak refahını kaldıracak kadar büyük,” diyerek dünyanın genel olarak istikrarlı bir Çin-ABD ilişkisine ihtiyacı olduğunun altını çizmiştir. ABD Dışişleri Bakanı Antony John Blinken ise şunları söyledi: “Amerika Birleşik Devletleri ve Çin, ilişkilerini iyi bir şekilde yönetme yükümlülüğü ve sorumluluğuna sahip. Amerika Birleşik Devletleri bu hususta oldukça kararlıdır. Bu durum hem Amerika Birleşik Devletleri’nin, hem Çin’in hem de dünyamızın çıkarına olacaktır.”

  • ABD-Çin çatışmasında mevcut durum nedir?

“Filler tepişir, çimenler ezilir.” Mevcut çatışma ortamında üçüncü ülkeler kendilerini farklı pozisyonlarda konumlandırmaktadırlar. Mevcut durumda, dünyanın geri kalanı çözüm getirici bir rol oynamıyor “bekle ve gör politikasıyla” sessizliğini korumaktadır.

Bu bağlamda dünya, hem kazancın hem de kayıpların görülebileceği bir durumla karşı karşıya. Bazı ülkeler söz konusu gerilimi, ABD ya da Çin’in tedarik zinciri ağında daha fazla yer almak üzere ticaretlerini genişletmeye yönelik bir fırsatı olarak görüyor. Hatta bazıları iki ülke arasında bir ticaret köprüsü olarak da işlev görüyor. Ayrıca, ABD ve Çinli şirketler imalat yerlerini üçüncü ülkelere kaydırıyor ki bu durum bazı üçüncü ülkeler açısından oldukça olumlu bir gelişme.

Söz konusu durum, yüksek düzeydeki uluslararası entegrasyonu olan ülkelerin küresel ticaretini genel olarak artırdı. Örneğin, Çin Türkiye’den daha fazla tarım ürünü ithal edebilir; diğer taraftan Çin’in teknoloji ürünlerine olan talebi “içe dönük” hâle gelebilir ve Çin pazarında önemli yeri olan Koreli şirketlerin Çin’de imalat yapmasını isteyebilir.

Bunların yanı sıra ABD ile Çin, üçüncü ülkelerden daha fazla yabancı yatırımcı çekmek için yatırım ortamlarını tanıtmaya ve teşvikler sunmaya daha istekli hâle gelmiş durumdalar. Bu durum, yabancı şirketlerin uygun yatırım politikaları kapsamında yatırım ve iş birliği yapmaları açısından faydalı olabilir.

Öte yandan, Singapur gibi en büyük yatırımcısı ABD, en büyük ticaret ortağı ise Çin olan finans odaklı ekonomiye sahip ülkelerin bu çatışmadan dolaylı olarak etkilenmesi beklenmektedir. Dahası, gümrük vergilerinden etkilenenlerin ABD’li ve Çinli üreticiler olmasına karşın üretilen malları ara girdi olarak kullananlar da potansiyel kaybedenler arasında yer almaktadır.

Genel olarak üçüncü ülkelerin mevcut konjonktürden fayda ya da zarar görme ihtimali yüksek olmasına karşın birçok ülke yaşanan çatışmada dengeli pozisyonlarını koruyorlar. Örnek olarak da dünyanın en büyük ekonomisi olan Avrupa Birliği’ni (AB) gösterebiliriz. AB’nin bu iki rakibine karşı izleyeceği tutum, dengeyi ABD ya da Çin lehine değiştirebilir. Dünyanın en büyük ticaret bloğu olan AB, ABD’nin egemenliğindeki NATO’nun savunma şemsiyesi ve ticaret anlaşmaları altında güvende olmasına karşın bir yandan da Çin’deki pazar ve teknolojik gelişmelerden pay almak istemektedirler.

Üretim ve tedarik zinciri hatlarındaki verimin azalması nedeniyle, tüketiciler açısından maliyet şu an için az da olsa yükselmiş vaziyette. Dolayısıyla Çin ve ABD’deki yeniden ana merkezlerine geri dönme (reshoring) politikalarının kısa vadede yüksek düzeyde ele gerçekleşmesi beklenmemektedir. Bu nedenle ABD Dışişleri Bakanı Antony John Blinken’in Çin ziyareti, ikili ilişkileri normalleştirilmiş ya da “düzenlenmiş” bir platforma oturtarak hem iki ülkeye hem de dünyanın geri kalanına istikrarlı bir yol haritası göstermesi açısından büyük önem taşıyor.

Son olarak, en yeni ve net mesajlardan biri Avrupa’dan geliyor. ABD Dışişleri Bakanı Antony John Blinken’in Çin ziyareti sırasında Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Çin Başbakanı Li Qiang’ı Berlin’de ağırladı. Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, ABD-Çin ilişkileri küresel güvenlik ve iş birliğinin sağlanmasında büyük bir rol oynadığını belirtti. Bu sözler mevcut durumu dolaylı yönde özetler niteliktedir.

Kutuplaşmış bir dünyada zarar gören sermaye ekonomisi olacaktır. Somut bir örnek vermemiz gerekirse, Çin pazarında faaliyet gösteren bazı Amerikan markaları son dönemde iki taraftan hissettikleri soyut baskı nedeniyle şirket politika ve işleyişlerinde oldukça dikkatli davranmaktadır. Söz konusu Amerikan markalarından bazılarının Çin pazarında üçüncü ülkelerden yatırımcılar veya operatörlerden tarafından yönetilmektedirler. Dahası, bazı durumlarda bahsi geçen Amerikan markaları başka ülkeler tarafından devralınmakta ve işletilmektedirler. Yaşanan gerginliklerden ötürü hâlihazırda her iki ülkeyle de faaliyet gösteren birçok şirket, iş anlaşmalarını veya yatırım planlarını erteleme yönünde bir politika izleme trendindedirler.

Birçok sermaye sahibi hâlâ “laissez-faire, laissez-passer” (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) düsturuna uysalar da önümüzdeki yıllarda bu iki ülkenin küresel ekonomik düzeni bir şekilde yeniden şekillendirmesi oldukça muhtemel bir tablo olarak karşımıza çıkmaktadır. Mevcut konjonktür göz önüne alındığında, küresel katma değerli üretim yapan ülkeler daha güçlü bir konuma sahip olacak gibi görünüyor. ABD ve Çin gibi çok sayıda ülkenin çatışmaya gebe ulusal çıkarları bulunuyor. Küreselleşme hareketi popülerliğini kaybetmiş gözüküyor; yeni trend ise deglobalizasyon, yani küreselleşmede gerileme olarak karşımıza çıkıyor. Tüm bunların yanı sıra, bu ülkelerin ve dünyanın geri kalanının 2023 senesinde ekonomik durgunluğa girmekten kaçınması gerekiyor.

Her şeyi hesaba kattığımızda cevaplamamız gereken iki soruyla karşılaşıyoruz:

  1. Yeniden küreselleşmeyi sağlamaya mı odaklanmalıyız yoksa ‘Küyerelleşme’ ye mi ayak uydurmalıyız?
  2. Söz konusu yeni ekonomik trend üçüncü ülkeler açısından iyi bir durum mu?

Tukidides Tuzağı: Tukidides, Peloponnesos Savaşı Tarihi’ni yazan kişidir. Bu terim, Sparta ve Atina arasındaki Peloponez Savaşı’nı referans vererek Hegemonik bir güç ile bu hegemonyayı tehdit eden yükselen bir güç arasındaki ikilemi ifade eder; ülkeler arasında savaşa yönelik eğilimi açıklar.

Ahmet Faruk IŞIK, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK)  İş Konseyi Koordinatörü, Şanghay Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi Karşılaştırmalı Siyaset ve Bölgesel Çalışmalar Doktora Adayı ve Şanghay Küresel Yönetişim ve Bölge Çalışmaları Akademisi (SAGGAS) Araştırma Görevlisi.