Önce Birkaç Kısa Bilgi….

  • Ljubljana’da (“Lubliyana” diye okunuyor ve yerel dilde “sevilen” anlamına geliyor.) 000 nüfus bulunuyor.
  • Bir zamanlar Yugoslavya’nın bir parçası olan Slovenya, 1991’de bağımsızlığını ilan edip 2004’te Avrupa Birliği’ne katılmış. Parçalanan Yugoslavya’dan Avrupa Birliği’ne giren ilk ülke olma özelliğini de bünyesinde barındırıyor.
  • Ljubljana’da kent mimarisi Slovenya’nın yanı sıra Avusturya’dan da büyük oranda etkilenmiş. Bu da şehrin dokusunu hissedilir oranda renkli ve çeşitli bir hale getiriyor.
  • Tarihte şimdiye kadar bulunmuş en eski tekerlek, (radyokarbon tarihlemeye göre 5000 + yaşındaki) “Ljubljana Marshes Wheel”, Slovenya’ya aitmiş.
  • Avrupa’nın en yaşanabilir ve yeşil şehirlerinden biri olarak tarif edilen Ljubljana, Avrupa Komisyonu tarafından 2016’da “Avrupa’nın en yeşil başkenti” unvanına layık görülmüş.
  • Ljubljana halen turistler tarafından -diğer Avrupa kentlerine oranla- çok fazla keşfedilmiş değil. Bu da gezginlere diğer şehirlere nazaran daha ucuz eğlence ve konaklama imkanları sunuyor.
  • Sloven halkının simgesi, ıhlamur ağacıymış. Asırlarca ayakta kalabilen ağaç, Slovenya’da sevgi, arkadaşlık ve sadakati temsil ediyormuş.

 Ljubljana Gornji Meydanı

Bu şehirdeki her şey renkli bir biblo gibi. Şehri şekillendiren su kanallarının, yaya yollarının mimarisi Romalılar dönemine kadar gidiyor. Eski Belediye Binası’nın bulunduğu cadde ve buraya çıkan sokaklar, Mestni Meydanı ve Gornji Meydanı klasik Sloven mimarisini ayırt edebilmek için fikir veriyor.

Kırmızı Kilise’nin arkasından caddeye doğru yürürken hava epey soğuk ama neyse ki kat kat giyinmiş olduğumuz için biz bu duruma hazırlıklıyız. 17. yüzyıldan kalma evlerin önünden, taş sokaklardan geçiyoruz. Ljubljana sokakları beklediğimizin ötesinde sürpriz ve güzelliklere dolu. Tepede yükselen Orta Çağ Kalesi ise tüm şehirden görülebiliyor. Oraya ulaşan fünikülerin geç saatlere kadar çalıştığını öğrenince çok mutlu oluyoruz.

Ljubljana Kalesi’nden Şehir Manzarası

Fünikülerle birkaç dakika içinde kaleye çıkıyoruz. Yukarıda kale dışında müzeler, sergiler, restoranlar, dükkânlar ve zaman zaman düzenlenen çeşitli sanatsal gösteriler var. Kalenin içi labirent gibi, sergi salonları ve müze bölümleri arasında dolaşırken haritadan her kuleye tırmandık mı, her koridordan geçtik mi diye kontrol etme ihtiyacı duyuyoruz. En çok zindanlardan etkileniyoruz. Gösterilen videolar o kadar gerçekçi ki; burada günlerce hapsedilmiş insanların ürpertici sefilliği gözümüzde canlanıyor. Kalede sergilenen eserler Ulusal Müze’den getirilmiş. Ekranlar üzerinden tarihi bilgileri okumak ve merak ettiğiniz konularla ilgili videolar izlemek mümkün.

Preseren Meydanı

Kale’de yaklaşık 1,5 saat geçiriyoruz. Karlı Ljubljana manzarasını tepeden bir kez daha içimize çekip nehre paralel sokaklara geri dönüyoruz. Burada harika kafeler ve yerel yemekler yapan küçük restoranlar var. Pandemi göz önüne alınarak hepsi açık havaya masalar atmış. Bu masalar sobalarla ısıtılıyor. Sandalyelerin üzerinde de tüylü yumuşacık postlar atılmış. Yemek için bizim tercihimiz Preseren Meydanı ‘ndaki bir mekân oluyor ve bunun için hiç pişman olmuyoruz. Bu meydan, adını, Slovenya’nın en ünlü şairlerinden biri olan France Preseren’den alıyor ve meydanda aynı zamanda şairin bir de ünlü heykeli bulunuyor.

Bu arada akşam yemeğinden bahsetmişken; nehir boyunca sıralanmış restoranlarda yerel çiftliklerden alınan yerel malzemelerle hazırlanmış geleneksel klasikleri mutlaka tadın. “Kranjska” sosis veya farklı dolgulara sahip haşlanmış ‘štruklji’ rulolar gibi klasiklerin dışında, farklı et ve peynir tabakları, Sloven mutfağının kesinlikle olmazsa olmazları. Tatlı olarak ise “potica”yı öneriyorlar. Slovenya’daki inanışa göre günde bir potica yemek; üzüntüyü uzak tutarmış. Denemeye değer!

Ejderha Köprüsü

Ljubljana’nın Ljubljanica Nehri üzerindeki köprüleri pek meşhur. Özellikle de Ejderha Köprüsü… Rivayete göre bir Yunan kahraman olan Jason güneye doğru giderken yanlışlıkla Ljubljana’ya gelmiş. Nehrin kıyısında onu dev bir ejderha bekliyormuş. Bu ejderha ile dövüşüp, onu yendikten sonra buraya yerleşen ilk insan olmuş. Sonradan köprüyü Slovenyalı mimar Joze Plecnik inşa etmiş ve köprünün her iki yakasına iki adet yeşil bronz ejderha heykelleri dikilmiş. Bu heykeller, güç ve cesareti temsil ediyormuş. Köprü, aynı zamanda Viyana Secession tarzı mimarinin en güzel örneğini simgeliyor.

Nilsu Emre / Gezi Yazarı