Küresel Kırılmaların Ortasında Türkiye

DEİK Başkanı Nail Olpak, Türkiye’nin stratejik konumuyla, güçlü sanayisi ve bölgesel entegrasyon avantajlarıyla küresel değişimde öne çıkabileceğine dikkat çekiyor

Salgınla başlayan, ardından savaşlar, jeopolitik gerilimler, enerji ve tedarik zinciri krizleriyle derinleşen küresel kırılmalar, iş dünyası için risklerle birlikte yeni fırsatlar da doğuruyor. Business Diplomacy Dergisi olarak bu süreçte Türkiye’nin rolünü, iş dünyası için öne çıkan başlıkları ve küresel eğilimleri DEİK Başkanı Nail Olpak’a sorduk. Türkiye’nin bölgesel üretim ve lojistik üssü olma potansiyelini, yaşanan gelişmeler ışığında değerlendirdik.

KÜRESEL EKONOMİDE BELİRSİZLİKLERİN ARTTIĞI, JEOPOLİTİK GERİLİMLERİN GÜNDEMİ BELİRLEDİĞİ BİR DÖNEMDEYİZ. İŞ DÜNYASI PERSPEKTİFİNDEN KÜRESEL JEOPOLİTİK RİSKLERİ DEĞERLENDİRİR MİSİNİZ?

2020 yılında küresel boyutta hayatımıza giren salgınla başlayıp sonrasında Rusya-Ukrayna savaşı, İsrail’in Gazze’ye saldırıları, 12 gün süren İsrail-İran savaşı, ABD ile Çin arasında şiddetli bir şekilde başlayıp sonra nispeten makul bir zemine oturması için girişimlerde bulunulan ticaret savaşları gibi riskler; maliyetlerin artması, belirsizliklerin çoğalması gibi sonuçlarıyla iş dünyasının yatırım ve ticareti üzerinde olumsuz etkilere yol açmaktadır.

Tüm bu süreç, bize bazı kavramların anlamının değişebileceğini, yeni kavramların hayatımıza girebileceğini ve “biliyoruz” dediğimiz kavramların farklı bakış açılarıyla tekrar gündeme gelebileceğini açıkça gösterdi. Çin’de başlayan salgın tedarik zincirlerinin önemini bir kez daha hatırlattı. Çin’de fabrikaların kapanmasıyla dünyanın birçok ülkesinde üreticiler girdi temininde zorluk yaşamaya başladılar ve böylece tedarik zincirlerindeki ilk kırılmayı görmüş olduk. Sonraki süreçte limanların geçici olarak kapanması, konteyner kıtlığı, çip (yarı iletken) piyasasında baş gösteren arz sorunları, ulaştırma sektöründe eleman eksikliği gibi diğer etkenler, tedarik zincirlerindeki bozulmayı derinleştirdi.

2022 yılında Rusya-Ukrayna savaşının başlamasıyla kısmen toparlanma ümidi taşıdığımız tedarik zincirlerinde yeni bir kırılma yaşandı. Bu sefer ayçiçek yağı, tahıl ile hatırladığımız, enerji gibi kritik sektörleri içine alan sorunları daha da derinden hissetmeye başladık.

Sonrasında ise yakın coğrafyamızda yaşanan sıcak savaşlar, iklim değişikliği gibi küresel sorunlar tedarik zincirlerinde yeni zorluklara yol açtı. Bugün bile tedarik zincirlerindeki kırılma, hala küresel ticaretin önemli sorunlarından biri olmaya devam ediyor.

Peki, iş dünyası olarak biz bu süreçten ne öğrendik ne gibi dersler çıkardık, ona değinmek istiyorum.

Birincisi; hepimiz kaynak çeşitliğinin önemine inanırdık ama bu süreçte, bu önemi çok daha iyi kavradık. Çünkü firmalarımız rekabet sebebiyle büyük tedarikçilerle çalışmayı tercih ediyordu. Daha fazla ürün ya da hizmet üretiminin maliyetleri düşürmesinin doğal sonucu olarak, ölçek ekonomisinin avantajı kullanılıyordu.

Önce salgın ile aklımızda kalan çip krizi, ardından Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte gündeme gelen gıda ve enerji krizi bize; tek veya sınırlı kaynağa bağlı olmanın risklerini, çok acı bir şekilde öğretti. İş dünyası olarak çıkardığımız ikinci bir ders ise; yakın çevremizle çalışmaya daha fazla önem vermek oldu. Near-shoring (Yakın coğrafyadan tedarik etme) ve Friend-shoring (Dost ülkelerden tedarik sağlama) gibi kavramları daha fazla konuşmaya başladık. Özellikle enerji ve gıda gibi kritik sektörlerde, depolamanın ne kadar stratejik kritik bir yatırım olduğunu da idrak ettik.

Eskiden gözdemiz olan off-shore’un yerini, güvenli ve erişilebilir ticaretin artan önemiyle birlikte near-shoring ve friend-shoring gibi kavramlar almaya başladı.

Bir dönem globalleşmenin kaçınılmazlığı ve gerekliliğini savunurken, artık global ile yerelin birlikte yürütülmesi gerekliliğinin anlaşılmasıyla birlikte “glokalleşme” kavramı gündemimize girdi. Tedarik zincirlerindeki sorunlar, ülkeleri bazı kritik ürünleri kendi sınırları içerisinde üretmeye zorlamaya başladı.

Son olarak; salgınla başlayıp savaşlar ve jeopolitik risklerle devam eden tedarik zincirlerindeki bozulma bize, lojistiğin ve lojistikte mesafe kavramından çok, ulaşılabilirlik kavramının önemini bir kez daha öğretti.

TEDARİK ZİNCİRLERİNİN KÜRESEL ÖLÇEKTE YENİDEN KURGULANDIĞI BU DÖNEMDE TÜRKİYE’İIN ‘BÖLGESEL ÜRETİM VE LOJİSTİK ÜSSÜ’ OLMA POTANSİYELİNİ NASIL DEĞERLENDİRİYORSUNUZ?

Ülkemiz doğu-batı ve kuzey-güney ekseninde ticaret koridorlarının kesiştiği stratejik bir konuma sahip. Avrupa, Asya ve Afrika gibi önemli kıtaların kesiştiği bölgede yer alıyoruz. 4 saatlik uçuş mesafesi ile 1,3 milyarlık nüfusa, 10,3 trilyon dolarlık küresel ticarete ve 32 trilyon dolarlık ekonomik büyüklüğe erişim sağlayabilen bir konuma sahibiz. Ana pazarlara yakınlık, firmalar için hem maliyet avantajı sağlamakta hem de hızlı teslimat süreleri sayesinde lojistik üstünlük getirebilmektedir.

Ülkemizin 20-25 yılda yaptığı altyapı yatırımları, başta ulaşım olmak üzere tüm altyapımızın geliştirilmesine büyük katkı sağlamıştır.

Ülkemizin gelişmiş sanayi ve üretim kapasitesi de önemli bir diğer avantajımızdır. Hizmetler dahil 800 milyar dolarlık ticaret hacmi ile ülkemiz, Batı Avrupa ile Çin arasında en büyük üretim üssüne sahiptir.

Sanayinin hemen hemen her alanında, turizme ilave olarak eğitim, sağlık, kültür eğlence gibi hizmet sektörlerinde, enerji ve gıda gibi kritik sektörlerde, ayrıca yeni gelişen dijital teknolojiler ve yeşil ekonomi alanlarında önemli bir yatırım ve üretim potansiyelimiz bulunmaktadır. Bölgesel entegrasyonlarımız da yatırımcılar için ayrı bir cazibe sunmaktadır. Avrupa Birliği ile olan Gümrük Birliği anlaşmasına ilave olarak, 28 ülke ile yaptığımız serbest ticaret anlaşmaları ile 1 milyarın üzerinde bir nüfusa vergisiz erişim sağlama imkanı sağlıyoruz. Ülkemizin genç ve dinamik nüfusu da iyi bir istihdam kaynağı sağlamakta ve iyi bir pazar imkanı sunmaktadır.

Sonuç olarak, ülkemiz küresel tedarik zincirlerinin yeniden yapılandığı bu dönemde, tüm bu saydığımız etkenler sayesinde ciddi bir “bölgesel üretim ve lojistik üssü” olma fırsatına sahiptir.

KÜRESEL ÖLÇEKTE ARTAN EKONOMİK DALGALANMALAR VE FİNANSAL BELİRSİZLİKLER, İŞ DÜNYASINDA RİSK YÖNETİMİ VE DAYANIKLILIK KONULARINI DAHA DA ÖN PLANA ÇIKARIYOR. BU ORTAMDA ŞİRKETLERİN GÜÇLÜ KALABİLMESİ İÇİN DİKKAT ETMESİ GEREKEN HUSUSLAR NELER?

Şirketlerimiz her şeyden önce, riskleri ve fırsatları dengeli bir şekilde analiz ederek bu süreci yakından takip etmelidir. Sadece risklere odaklanarak karamsarlığa bürünmek veya sadece fırsatlara odaklanarak aşırı iyimser bir tutum sergilemek doğru olmayacaktır.

Günümüzde riskler çok farklı etkenlerden kaynaklanabilmektedir. Geleneksek riskler olan ekonomik ve finansal risklere ilave olarak siber güvenlik riskleri, jeopolitik riskler, iklim değişikliğine ilişkin riskler gibi farklı riskler entegre bir şekilde birbirleriyle olan etkileşimleri de dikkate alınarak yönetilmelidir. Bu çerçevede proaktif bir yaklaşımla, olası senaryo analizlerine dayalı bir risk yönetim sistemi firmalarımıza bu süreçte önemli bir destek sağlayacaktır.

Son yıllarda yaşadığımız gelişmeler tek kaynağa bağımlı olmanın riskini bize öğretmişti. Buradan aldığımız dersle tedarik zincirlerinde aksama olmaması için farklı tedarikçilerle çalışacak şekilde çeşitlenmeye gidilmesi aynı mantığı Pazar çeşitlemesinde de başarı sağlanması yine risk yönetimi anlamında önemli bir araç olacaktır.

Risklerin firma bilançosuna ve nakit akımına olası zararlarını önceden analiz etmek ve sağlam bir finansal yapının oluşturulması da risklerin şirketin finansal bünyesi üzerindeki olumsuz etkilerini bertaraf etmesi açısından kritik öneme sahiptir.

Bunların dışında; kurum kültürünün oluşturulması, şeffaf bir yönetim anlayışının benimsenmesi, geleneksel yaklaşımlardan biri olan firma kârını maksimize etmenin yanında çevresel ve sosyal etkilerin de sürece dahil edildiği bir ekonomik yönetim anlayışının benimsenmesi, geçmiş krizlerden tecrübe edinilerek dijital teknolojilerin etkin bir şekilde kullanılması gibi faktörler de firmalarımıza bu süreçte destek olacak önemli araçlar arasında sayılabilir. S

SON OLARAK; TÜRK İŞ DÜNYASINA BU ZORLU AMA FIRSATLARLA DOLU SÜREÇTE EN GÜÇLÜ TAVSİYENİZ NE OLURDU? İŞ İNSANLARIMIZ ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE HANGİ ÜÇ KAVRAMA DAHA FAZLA SARILMALI?

Çok farklı süreçlerin eş zamanlı olarak riskler ve fırsatlar oluşturduğu zor bir süreci hep beraber yaşıyoruz. Bu süreçte en önemli kazanımımız; süreci doğru okumak, doğru anlamlandırmak, ülkemizi ve firmalarımızı bu gelişmeler karşısında en iyi bir şekilde konumlandırmak olacaktır.

Bu izleme ve analizi çok detaylı ve doğru bir şekilde yapmalı, gereken aksiyonları tam zamanında almalıyız. Ne erken davranıp ilave maliyete katlanmalı, ne de geç kalarak fırsatları kaçırmalıyız.

Bunun için, kamudan başlayarak DEİK gibi iş dünyası örgütlerine ve firmalara kadar herkese büyük sorumluluklar düşmektedir. Herkes kendi sorumluluğunu yerine getirirken, diğer taraflarla da koordinasyon içinde hareket etmelidir.

İş dünyamız için; esnekliği ve dayanıklılığı aynı anda gösterebilen çevik organizasyonların, teknolojiyi etkin şekilde kullanan dijital dönüşüm stratejilerinin ve güçlü bir risk yönetim anlayışının, bu zorlu ama fırsatlarla dolu dünyada ön plana çıkacağını düşünüyorum.

Yorum Yapın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Start typing and press Enter to search