Türk iş insanlarının, dünyanın neresinde yaşıyor ve çalışıyor olursa olsun, en eşsiz zenginliklerinin dil ve kültür olduğuna inanıyorum

Kültürel etkileşimin iş dünyasıyla bağlantısını kurmak ilk bakışta insana zor görünebilir. Bize çalışma dünyasının keskin sınırlarla birbirinden ayrılmış ve kategorilere bölünmüş yapısını öğreten, farklı iş kollarının aşılmaz setlerle birbirine karışmadan kendi yatağında akıp giden ırmaklar olduğunu bir doğa yasası gibi ezberleten geçmişin kurallarına göre dünya, böyle bir dünyaydı. Kültür, dil ve sanat kendi fildişi saraylarında bireyci bir dokunulmazlık içinde yaşarken, ticaret, hukuk, iktisat gibi devler ise kitlesel hareketlere dokunan yönleriyle ayrı dünyalarda varlıklarını sürdürürdü. Birinde dünyayı anlamlı kılmanın yolları aranırken diğerinde ise dünyayı zengin ve müreffeh yapmanın imkânları aranıyordu. İnsanların kiminle neden ticaret yapmak istediğine, hangi ürünü nasıl bir yaklaşımla tercih ettiğine, kısacası insan psikolojisinin, toplumsal eğilimlerin o gözle görünmez dünyasının, ticarette yaşamsal bir anahtar rolü oynadığı keşfedilene kadar bu böyle sürdü. Sonunda tüketici davranışlarını çözmek için başlatılan bilimsel girişimler, toplumsal beğenilerin, “mega trend”lerin, kitleleri sürükleyen markaların ardında, maharetle ve sabırla inşa edilmiş kültürel kimliklerin olduğu gerçeğine ulaştı. Böylece mutluluk ve anlam arayışı, refah ve kültürel çeşitlilik, moda olmuş eğilimler ve “kültürel markalar” arasında şaşırtıcı bir bağlantılar yumağı olduğu anlaşıldı. Günümüzün en vurucu formülünü şöyle dile getirebiliriz: Bir ürünün etkileyiciliği, sadece kendi gücünden ibaret olamaz, onu rakiplerinden daha güçlü, etkili ve beğenilir kılan kaynak, arkasında taşıdığı “ülke imajı”, “nation brand” veya “yumuşak güç” gibi vasıtalardır.

2015 yılında National Bureau of Economic Research tarafından yayınlanan bir raporda ülkelerin taşıdığı olumlu algının ihracat hacminin artışı üzerindeki şaşırtıcı etkisine atıf yapılır. Zaten söz konusu raporun başlığı da gelinen noktayı, biraz kabaca olsa da, keskin bir formülle özetler: “Like Me, Buy Me”.

Ancak her şey bu kadar siyah ve beyaz mı? Üretim- tüketim denilen o modern med-cezir sadece etkili bir imaj oluşturanın kazandığı bir dünya mı vaat ediyor? Öyleyse insanın yeri nedir, insan olmanın kıymeti nerededir? Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye’nin ülke olarak etkili, cazip ve ikna edici bir güç olmasına katkı yapacak olan başat unsurlar, uzun vadede onu kararlı, ısrarlı ve cesur ama her şeyden önce insancıl bir profil taşımasında yatıyor. Bunu sağlayabilecek olan kaynak ise, sahip olduğumuz en değerli hazine olan insan kaynağıdır. Türkiye dışında yaşayan Türk soylu iş insanları, ülkemizin güven veren ve saygı uyandıran niteliklerine en easdeğerli katkıyı bu yönleriyle yapıyorlar. Bunu, ticaretin genel-geçer kuralları içinde renksiz ve her yerde bir örnek olmuş kalıplara tabi olarak değil, taşıdıkları kültürel birikimlerini, onları farklı kılan özelliklerini ve insani hassasiyetlerini iş yapma tarzlarına yansıtarak yapıyorlar. Zira oyunun kuralını bilmek tek başına yeterli olmuyor, o kuralı kendi tarzınızla ve size özgü üslubunuzla hayata geçirebiliyorsanız, bu sizi farklı ve dikkat çekici kılıyor. Bu farkı yaratan kültürdür. İşte Yunus Emre Enstitülerinde tam olarak bizi neyin farklı kıldığını keşfetmek hem de keşfimizi tüm insanlarla paylaşmak hedefiyle çalışıyoruz. Ancak şunu da görüyor ve biliyoruz ki, içinde doğup büyüdüğümüz, tecrübe ettiğimiz ve farkında olmadan tüm düşünüş ve davranış kalıplarımızı şekillendiren bu kültürün en etkin ve yaygın temsilcileri, dünyada iş yapan Türk iş insanlarıdır ve bu yolda en güçlü araçlarımızdan biri Türkçedir.

Kültürümüzün en etkin ve yaygın temsilcileri, dünyada iş yapan Türk iş insanlarıdır

Enstitümüzün bir süre önce yayınladığı bir saha araştırmasına göre Türkçeye, kültürümüze olan ilginin dünya çapında artmasının en önemli etkenlerinden birisi Türk dizilerinin farklı kültürlere mensup toplumlar üzerindeki yaygın etkisidir. Sonuçlar gösteriyor ki, üretilen diziler, Türk kültürüne aşina olmayan izleyicilerin Türk diline, kültürüne, müziğine, mimarisine, aile içi geleneklerine ve yaşam tarzına, insani ilişkilerine olan merakını ve ilgisini arttırdı.

Bu nedenle, Türk iş insanlarının dünyanın neresinde yaşıyor ve çalışıyor olursa olsun, en eşsiz zenginliklerinin, dil ve kültür olduğuna inanıyorum. Bu değer sayesinde sıkı aile bağlarımızla, samimi ve dostane insan ilişkilerimizle, muhatabımızla kolayca bağ kurabilen Akdenizli mizacımızla, “halden anlayan” ahlakımızla, yüzyıllar öncesine dayanan gurbette yaşama ve dayanışma tecrübemizle Türkiye’nin her geçen gün daha güçlü ve güvenilir bir dost ülke olduğu gerçeğini sınırların ötesine, deniz aşırı dünyalara, bize aşina olmayan nice toplumlara ulaştırabilme imkânına sahibiz. İş insanlarımızın tecrübesi, girişimciliği, insancıl tavırları, muhataplarıyla geliştirdikleri olumlu ilişkiler, edindikleri dostlar, kısacası taşıdığımız kültürel niteliklerin üzerine inşa edilen bağlar, çok sorunlu bir dünyada, ancak çok ortaklı ülkelerin kazançlı çıkacağı gerçeğinden endişe etmeden, Yunus Emre Enstitüsü gibi dünyada faaliyet gösteren Türk kurumlarının ilerlemesine destek oluyor. Her birimiz, doğal ve içimizden gelen bir motivasyonla, bu dünyada Yunus’un dediği gibi “gönüller yapmak” için çalıştıkça, Türkiye’nin uzak ufuklarda başarılı olacağından hiç şüphemiz olmasın.

Yunus Emre Enstitüsü Başkanı, Prof. Dr. Şeref ATEŞ