Enerji kaynakları ekonomik büyümede bir amaç olarak değil, araç olarak kullanılmalıdır.

Doğu Akdeniz ve Karadeniz’deki son gelişmelerle birlikte enerji ve doğal kaynakların ülke çıkarları bakımından ne kadar önemli olduğu bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Enerji kaynakları ülkeler açısından stratejik bir öneme sahiptir ve uluslararası ilişkilerden millî güvenlik konularına, dış ticaret dengesinden sosyal politikalara kadar birçok alana etki etmektedir.

Enerji kaynaklarından yoksun ülkelerde; petrol, doğal gaz ve kömür gibi kaynaklara ayrılan pay oldukça fazladır ve bunlar, ülkelerin ithalat faturalarında ciddi bir yer işgal etmektedir. Özellikle ekonomisi yoğun üretime dayanan az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için enerji kaynakları, üretim sürecinde çok önemli bir girdi konumundandır. Bu tür ülkeler, ekonomik büyümelerini gerçekleştirebilmek için üretim miktarlarını artırmalıdır. Bu da enerjiye olan ihtiyaçlarını yükselterek kısır bir döngüye girmelerine neden olmaktadır. Enerji ithalatına ayrılan ciddi döviz miktarı; ülkelerin yerel para birimlerinin değer kaybetmesi, cari açığın artması, ticaret dengesinin bozulması gibi birçok ekonomik sonuca doğrudan ya da dolaylı olarak etki etmektedir. Enerji ithalatına bağımlı kırılgan ekonomik yapı gelişmekte olan ülkeler için işsizlik, eğitim, ayni ve nakdi sosyal yardımlar, suç oranları, sağlık sektörü gibi birçok sosyal konuyu da olumsuz yönde etkilemektedir.

Peki, enerji kaynakları bakımından zengin olan ülkeler tarih boyunca yüksek ekonomik büyüme performansları gösterebilmişler midir? Bu konu, uzun yıllardır araştırmacılar tarafından incelenen başlıkların arasında yer almaktadır. Bahsi geçen noktadaki genel görüş ise ekonomilerin sadece yeraltı zenginlikleriyle güçlü bir ekonomik performans sergileyemeyeceği yönündedir. Hatta yeni enerji kaynaklarının keşfedilmesi, ülke ekonomilerini olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Örneğin, 1959 yılında Hollanda’nın Groningen şehrinde geniş doğal gaz kaynakları tespit edilmiştir. Ülkedeki girişimciler yatırımlarını reel sektör yerine enerji piyasalarına yönlendirmiş ve doğal gaz çıkarma faaliyetleri hız kazanmıştır. Zamanla çıkarılan doğal gaz ihraç edilmeye başlamış ve yerel para birimi (Hollanda guldeni) aşırı değer kazanmıştır. Para biriminin aşırı değer kazanması yerel firmaların uluslararası piyasalardaki rekabet gücünü azaltmıştır ve imalat sanayisinde küçülmeler görülmüştür. Literatürde yer altı kaynaklarının ekonomi üzerinde gözlemlenen bu etkisine “Hollanda Hastalığı” adı verilmektedir.

Dünyadaki kanıtlanmış petrol ve doğal gaz rezervleri dikkate alındığında ülkelerin yer altı zenginlikleri ve iktisadi gelişmişlik düzeyleri arasındaki ilişki hakkında daha iyi bir çıkarım yapmak mümkün olacaktır. Dünyada en çok kanıtlanmış petrol rezervlerine sahip olan ilk beş ülke sırasıyla Venezuela, Suudi Arabistan, Kanada, İran ve Irak’tır. Bu ülkeler arasında özellikle Venezuela, İran ve Irak iktisadi bakımdan oldukça zorlu dönemler geçirmektedir. Diğer yandan kanıtlanmış doğal gaz rezervleri incelendiğinde ise Rusya, İran, Katar ve Türkmenistan ilk sıralarda yer almaktadır. Bu ülkelerin de zengin doğal kaynaklara sahip olmalarına rağmen güçlü birer ekonomik yapıya sahip olmadıkları söylenebilmektedir.

Peki, doğal kaynak zenginliğinin ülkelerin ekonomik performansları üzerindeki etkisinin her zaman negatif ya da kısıtlı olacağı çıkarımı yapılabilir mi? Tabii ki de hayır. Enerji zengini ülkeler; güçlü bir ekonomik yapı kurabilmek için petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynaklarından efektif bir şekilde faydalanmalı, enerji verimliliğini artırmalı ve enerji ihracatından elde ettikleri gelirleri endüstriyel (ya da endüstri öncesi) sektörden hizmet (servis) sektörüne geçişte önemli bir enstrüman olarak kullanmalıdır. Aynı zamanda bu tür ülkeler ekonomik büyümeyi insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, kurumların kalitesi gibi faktörlerle destekleyerek sürdürülebilir bir ekonomik performans yakalayabileceklerdir.

Bununla birlikte zengin yer altı kaynaklarına sahip olmayan ülkeler de enerji konusunda fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelerek enerji yoksunluklarını gidermeye çalışmaktadır. Birçok ülke elektrik üretiminin önemli bir kısmını güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi, jeotermal enerji, hidrolik enerjisi ve biyokütle enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamaktadır.

Sonuç olarak enerjinin ülkelerin ekonomik performansı üzerinde yadsınamaz bir etkisi vardır. Fakat sadece yer altı kaynaklarına dayalı bir ekonominin sürdürülebilirliği oldukça kısıtlı olacaktır. Enerji kaynakları ekonomik büyümede bir amaç olarak değil de araç olarak kullanıldığında enerjinin ülkelerin iktisadi performansları üzerinde daha olumlu bir sonuç vereceği söylenebilmektedir.

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi, Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Prof. Dr. Erdal Tanas Karagöl