Yaşamaya elverişli konut hakkının en temelinde, insanların barınma ihtiyacının karşılanması yatar

Yaşamaya elverişli konut hakkı, insanların sağlıklı, güvenli ve insan onuruna yaraşır konutlara sahip olma hakkıdır. Bu hakkın en temelinde, insanların barınma ihtiyacının karşılanması yatar. Ancak yaşamaya elverişli konut hakkı sadece barınma ihtiyacını karşılamakla kalmaz, aynı zamanda insanların sosyal, ekonomik ve kültürel haklarını da güvence altına alır. Zira konut hakkı özeğine barınma hakkını alsa, salt barınmaktan ibaret olmayan bireyin sosyo-ekonomik dinamiklerini de belirleyen bir hak olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yaşama elverişli konut hakkı yaşamsal önemi nedeniyle, uluslararası sözleşmeler ve anayasalarda yer bulmuş, böylelikle devletlere bazı pozitif ve negatif yükümlülükler getirmiştir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin 11.1. maddesinde, “Bu sözleşmeye taraf devletler, herkesin, yeterli beslenme, giyim ve konut da dâhil olmak üzere, kendisi ve ailesi için yeterli bir yaşam düzeyine sahip olma ve yaşam koşullarını sürekli geliştirme hakkına sahip olduğunu kabul ederler.” Hükmüne; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 57.maddesinde ise “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.” hükmüne yer verilmiştir. Sayılı uluslararası sözleşmeler ve Anayasamız uyarınca bir konutun yaşama elverişli addedilebilmesi için, en azından şu temel unsurları barındırması ve devletlerin de bu temel unsurlar noktasında asgari çabayı sarf etmesi gerekmektedir:

1. Kullanım hakkının yasal güvenliği: Bu unsur konut sakinlerinin hukuki süreçler yürütülmeksizin zorla tahliye edilmeyeceklerine ilişkin kamu güvencesinin sağlanmasını ifade eder.

2. Ödenebilirlik: Bireylerin mevcut bütçeleri dâhilinde konutun kira yahut kredi bedellerini öderken beslenme, sağlık, eğitim gibi diğer temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmamasını demografik yapının ihtiyaç duyduğu nitelikte yaşanabilir konut bedellerinin bulunmasını ifade eder.

3. Fiziksel güvenlik: Özellikle deprem riski yüksek olan bölgelerde, alt ve üst yapıların depreme dayanıklı olarak inşa edilmesini riskli yapı tespitlerinin ivedilikle yapılarak bireylerin –özellikle toplumun sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı kesimlerinin- güvenliksiz yapılarda yaşamaya mecbur kılınmamasını, deprem risk ve etkilerinin minimize edilmesini ifade eder. Fiziki güvenlik aynı zamanda kentsel dönüşüm faaliyetlerinin kamu yararına, çevresel adalet ve sürdürülebilirliğe uygun olarak yürütülmesi gerekliliğini de ihtiva eder.

4. Konum ve elverişlilik: Kentsel hizmetlere erişim, akan temiz su, kanalizasyon, elektrik, ısınmanın güvenilir ve ödenebilir olarak sunulmasını doğal afetlerle mücadele edebilme kabiliyeti ve acil durumlarda yardım alabilme imkânını ifade eder.

Sayılı temel unsurlar aynı zamanda vatandaşlar için afet sonrası senaryolar özelinde de güvence sağlamaktadır. Zira afet sonrası dahi deprem toplanma alanlarına, temiz suya, ısınmaya ve kentsel hizmetlere erişim yaşama elverişliliğin ayrılmaz bir parçasıdır. Aksi durumda çevresel adaletin önemli bir sacayağı olan konut hakkının sağlanamaması afetlerin meydana getireceği zararın toplumun kırılgan grupları üzerinde kümelenmesine hem afet risklerinin hem de zarar dağılımının adil bir şekilde yapılamamasına ve ne yazık ki yıkımın etkilerinin derinleşmesine sebebiyet verecektir. Bu unsurlar yalnızca barınma hakkını sağlamak yönünden değil ayrıca insanların temel yaşam ihtiyaçlarını karşılamak ve halk sağlığının temini bakımından da önem arz etmektedir. Nitekim 6 Şubat’ta yaşanan afet sonrası sürecin de hepimize acı bir şekilde gösterdiği üzere konut, salt barınmak için başımızı soktuğumuz dört duvardan ibaret değildir. Konut, aynı zamanda bireyi bir sosyal dayanışma ağının parçası kılar ve toplumun hafıza mekânlarının da en temel parçasını oluşturur. Zira depremde yıkılan yalnızca konutlar, yaşam alanları değil insanların sosyal deneyimleri, anıları, kendilerini güvende hissettikleri
yegâne sığınakları, aidiyet duygularıdır aynı zamanda.

Behçet Necatigil’in de dediği gibi, “Dünyada mutluluk adına ne varsa, evcek, evlerde yaşar yaşarsa” Afet sonrası süreçlerden ders alınarak yeniden yapılanma sürecine hazırlandığımız şu günlerde yaşanabilir kentlerin inşasında temel yapı taşı olarak ele alınması gerekli bu sayılı temel unsurlar ancak ve ancak kamusal fayda içeren yüksek denetimli konut projelerinin inşası halinde konut hakkını güvence altına alacak şekilde yerine getirilmiş sayılabilecektir. Bununla birlikte yaşamaya elverişli konut hakkının bütüncül bir şekilde ifasının sağlanabilmesi için yalnızca konut ile kalmayıp konutun çevresinde niteliksel sosyal yaşam alanlarının kurulması, doğaya ve yaşayanların etnik/kültürel değerlerine uygun, temel ihtiyaçlara ve kentsel hizmetlere kolay erişilebilir bir yapılaşma algısının benimsenmesi gerekir. Bunlara ek olarak konutun değerini piyasa ederi ve spekülatif getirisi değil bu ihtiyaçlara cevap verebilme kapasitesi belirlemeli ve kamu politikaları bu kullanım değerini güvence altına almak üzere sürdürülmelidir.